30 Nisan 2015 Perşembe

“ADNAN HOCA TAYYİP’E PEK YAKIŞIYOR!”




“ADNAN HOCA TAYYİP’E PEK YAKIŞIYOR!”

Bunu söyleyen ben değilim. Aydınlık gazetesi yazarı SABAHATTİN ÖNKİBAR!

17 Ocak 2014 tarihli Aydınlık gazetesinde Sabahattin Önkibar aynen şöyle demiş:

“Adam televizyonda bağırıyor. Çaldılarsa çaldılar diyor. Ne uzatıyorsunuz diye de ilave ediyor. Susmuyor. Bir o kadar da üstüne ben vereyim diyor.

Bunu söyleyen kim mi?

Tayyip aşığı bir hocaefendi…

Şişme memeli kedicikleri ile ünlü Adnan Oktar!

Evet, Hayrettin Karaman’dan sonra kutu kutu hırsızlama dolarları aklama işine Adnan Hoca el atıyor.

İyi de mübarekler İslam’da böyle şeylere cevaz var mı? Yoksa benim inandığım Kuran’da İslam’dan başka bir Müslümanlık mı var?

Ama hakkını yemeyelim:

Adnan Oktar Tayyip’e pek yakışıyor!

Tersi olsa şaşardım” (Aydınlık, 17.1.2014)

***

Oysa aynı Sabahattin Önkibar, 5 Ağustos 2011 tarihli bir videoda bakın Adnan Oktar’ı nasıl övüyordu?


Daha birkaç yıl önce Adnan Oktar’ı Türk-İslam birliği için yaptığı sözde “çalışmalar” için yere göğe sığdıramayan Sabahattin Önkibar değil miydi?

***

Şimdi bu ikiyüzlülüğü anımsatmak, Adnan Oktar’ın bugünkü tavrını onaylıyoruz anlamına gelmez. Adnan Oktar denilen adamın ne mal olduğunu biliyoruz! Sabahattin Önkibar’ın bugün bile “hocaefendi” diye hitap ettiği bu adamın kendi televizyon kanalındaki şovunu birkaç dakika izlemek bile, ne tür biri olduğunu anlamak için yeter!

Peki, Adnan Oktar’ın ne tür biri olduğunu biliyoruz da Sabahattin Önkibar’ın nasıl biri olduğunu biliyor muyuz gerçekten?

Sabahattin Önkibar, geçmişte Adnan Oktar’a neden bu kadar muhabbet besliyordu? Neden bu derece övüyordu? Sabahattin Önkibar, o zamanlar Adnan Oktar’ın nasıl bir adam olduğunu göremiyor muydu?

Yoksa çıkarları öyle davranmasını mı gerektiriyordu?

Sabahattin Önkibar, dün Adnan Oktar ve benzeri tarikat şeyhleri kendisine bir şeyler sunduğu için onların şakşakçılığını yapıyordu! Bugün, Aydınlık ve onun arkasındaki güçler bir şeyler vaat ettiği için bu sefer de onların şakşakçılığını yapıyor!

Her devrin adamı olmayı “meziyet” haline getirmiş kimselerin inandırıcılığı olmadığı gibi, bu tür insanların ipiyle kuyuya da inilmez.

SERDAR ANT
17.1.2014

.

8 HAZİRAN 2015’TE İFLAS ETMİŞ ÜLKE EKONOMİSİ İÇİN ÇÖZÜM, ATATÜRKÇÜ EKONOMİDEDİR




8 HAZİRAN 2015’TE İFLAS ETMİŞ ÜLKE EKONOMİSİ İÇİN ÇÖZÜM, ATATÜRKÇÜ EKONOMİDEDİR,




Milleti idarede prensibimiz milletin müşterek ve umumi fikir ve eğilimlerine uymaktır. Bu fikir ve eğilimlerin hakiki ve ciddi olabilmesi, milletin maddi ve manevi ihtiyaç kaynaklarından gelmesine bağlıdır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk (1925)
            Boğazına kadar borca batmış, işsizliği, tavana vurmuş, üretimini sıfırlayarak borçla tüketmeyi hedef almış AKP’nin israf ekonomisi bugün iflas etmiş ve duvara toslamıştır.  Tam 13 yıldır ülkeyi gerçek muhalefetsiz yöneten beceriksiz kadrolar, dünyadaki tüm olumlu koşullara rağmen ekonomi gemisini yüzdürmeyi başaramamıştır.
           Ülkenin 95 yıllık kazanımlarını babalar gibi satıp mirasyedi gibi 1500 odalı saraylara ve lüks ulaşım araçlarına yatıran AK Parti yönetimi, üretimden uzaklaştırdığı milleti sadaka alır hale getirmiş ve elin ithal samanına muhtaç etmiştir. 7 Haziran seçimleri sonunda gelecek hükümetin öncelikli sorunu sağlıklı ve sürdürülebilir bir ekonomi düzeni oluşturmak olacaktır.
AKP’nin yeni dönem sihirli bir ekonomik çözüm projesi yoktur. Eğer halktan tekrar iktidara devam oyları alırsa ekonomik çöküntünün giderek daha da kötüleşeceği açıktır.
İktidar alternatifi olarak kendisini gören CHP ise; emperyalizmin sömürgelerdeki borçlarını tahsille görevli memuru Kemal Derviş’i getirip ekonomiyi ona teslim edeceğini peşinen duyurmuştur. Derviş’in geçmişte ne yaptığı görülmüştür. İktidarı altın tepsi içinde AK Partiye teslim eden Derviş’in ekonomi sahasında tek hedefi; kendisini bu göreve gönderen küresel güçlerin ülkedeki alacaklarının tahsilatını yaparak borçların eksizsiz ve tam zamanında ödenmesini sağlamaktır.
Kemal Derviş’in Türk halkının refahının geliştirilmesi ve sosyal sorunlarının çözümü gibi bir hedefi olamaz. Batan ekonomiyi düzetmek için değil, ülkenin borçlarını tahsile gelen bir kişinin Kılıçdaroğlu’nun fakir halk kesimlerine verdiği refah paketi sözlerini yerine getirmesini beklemek boş hayallerin peşine takılmaktır.
Ülkemiz hızla bir ekonomik çıkmaza sürüklenmedir. Muhtemel ekonomik krizle mücadele etmenin reçetelerini ise sistemi bu hale getiren küresel kapitalizm ile doğruluğu iflas etmiş Sosyalizm de aramak mümkün değildir.
O halde ne yapılacaktır? Nasıl bir sistem ve uygulama Türkiyeyi içinde düşürüldüğü mirasyedi tüketim ekonomisinden kurtarıp üretim ekonomisine taşıyacaktır.? Dünyada böyle bir sistem var mıdır? Varsa, kimler nerede, ne zaman ve nasıl uygulamışlar ve hangi  başarıyı elde etmişlerdir?
Bu sorunun cevabı evettir. Böyle bir sistem vardır ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından 1923-1938 arasında başarıyla uygulanmıştır. Kurtuluş Savaşından tam bağımsızlığını kazanan ama ekonomik alanda tüm verilerini sıfırlamış bir ülkeden, 15 yıl gibi kısa sürede kendi milli uçağını, tankını ve topunu imal edebilen ağır sanayiini kurmuş, Osmanlının borçlarını ödemiş, enflasyon sözcüğünü tanımayan başı dik bir ülke yaratılmıştır.
Bütün bunlar sihirli bir değnekle değil, ne yaptığını bilen, milletini ve milletinin kabiliyetlerini iyi tanıyan bir liderin planlı, proğramlı ve sistemli çalışmaları ile meydana gelmiştir. Bu çalışmalar ve sonuçları arşivimizde aynen durmaktadır. Dün bunları başaranların çocukları olarak bizler geçmişten aldığımız tecrübelerin ışığında aynisini yapabilecek potansiyele sahip bulunmaktayız. Bugün tek eksiğimiz bizi yönetip yönlendirecek siyasi iradeden yoksun olmamızdır.
Türk milleti 8 Haziran’da VATAN PARTİSİ kadrolarını iktidara taşıdıkları takdirde Atatürk’ün Ekonomik Mucizesinin yeniden yaratılması mümkün olabilecektir.
Ekonomik işbirliği teşkilatı olarak kurulan ve dünya egemenliğinde ABD’nin rakibi 27 devletli AB bugün  ekonomik çöküş içerisindedir. Kapitalizmin beşiği Avrupada Yunanistan ile başlayan iflaslar devam etmektedir.
1991’de SSCB’nin ve Varşova paktının dağılması ile çöken Komünizmden 20 yıl sonra şimdi Kapitalizmin çöktüğüne şahit olunmaktadır. Dünya ekonomisinde bugün Çin, Hindistan, Brezilya gibi yeni aktörler etkili olmaya başlamıştır. Güçlü ekonomilerin siyasi açıdan da dünyayı yönettiği prensibinden hareket edersek dünyanın siyasi güç dengesinin kapitalist ABD ve AB blokuna karşı yeniden şekillendiğini söyleyebiliriz.
Yıllarca ABD ve AB güdümünde, IMF ve Dünya Bankası kontrolünde kapitalist sistemle yönetilen Türkiye ekonomisinin krizden etkilenmemesi mümkün değildir. Hatta dünyaya yön veren devletlerin ekonomileri çökerken göbeği bu ekonomilere bağlı bizim gibi ülkelerin krizden zararının çok daha büyük olacağı kesindir.
Bu durumda çareyi tekrar ABD, AB, IMF ve Dünya Bankasının zorla dikte ettirdiği sanal politikalarda aramak yanlıştır. Çünkü çare; bizdedir, Türk milletindedir. Çareyi dışarıda değil, Türk milletinin Ata’sının özgün düşünce ve uygulamalarında aramak lazımdır. Çare; Serv’i dayatanlarda değil, Serv’i kırıp, Lozan’ı yaratan milli kadrolardadır.
Atatürk; fikir ve düşünceleriyle 20’nci asırda Türk milleti başta olmak üzere tüm insanlığa ışık saçmış ve insanları iyiye, doğruya ve güzele yönlendirmiştir. Gazi; tutarlı, dengeli ve uygulanabilir fikir yapısı ile ekonomi alanında da insanlığa ışık tutmuştur.
Bilim adamları Atatürk’ün her yönünü incelemiştir. Fakat en kuvvetli olduğu ve en büyük başarıların kazanıldığı ekonomik görüş ve uygulamaları daima  görmezden gelinmiştir. Gazi’nin başlattığı çok ciddi ekonomik hamleler ne yazık ki kendisinden sonra gelenler tarafından dikkate alınmamış ve ülkenin kalkınması için ithal ekonomik sistemler özellikle tercih edilmiştir.
Hâlbuki Atatürk; tamamen sıfırlanmış bir ekonomiden insan gücü, sermaye, bilgi, altyapı ve hiçbir dış destek olmadan Türk milli ağır sanayisini kurmuş ve plânlı kalkınma dönemini başlatmıştır. O’nun yönlendirmesi ile enflasyonsuz, borçsuz, kendi tankını, topunu ve uçağını yapabilen, geleceğe güvenle bakan bir Türkiye yaratılmıştır. Osmanlı’nın Düyun-ı Umumiyeden kalan borçlarını da ödeyerek çağına göre önemli bir kalkınma başarısı sağlanmıştır. Atatürk’ün öngörüsü ve direktifleriyle dünyanın bilinen ve uygulanan başlıca ekonomik sistemlerinin dışında, tamamen Türk milletinin ihtiyaçlarına, istek ve arzularına, milletin kabiliyetlerine uygun olarak yarattığı ekonomik sistem ile geçen asrın en büyük ekonomik mucizesi meydana getirilmiştir.
1775’lerden başlayarak Kapitalizm ve Sosyalizm gibi temel ekonomik doktrinler üzerinde bilim adamları binlerce cilt eser vermiştir. Bugün bu gibi sistemler ve başarılı uygulamaları mevcutken sadece 15 yıllık kısa bir uygulaması olan Atatürkçü Ekonomi ‘den ve bu sistemlere üstünlüğünden bahsetmek mümkün olabilir mi?
Konunun cevabı ilk bakışta olumsuzdur. Meseleye Atatürk’ün iktidar olduğu 15 yıl içinden değil de, O’nun içinden yetiştiği Türk milletinin binlerce yıllık geleneksel ekonomik faaliyetleri açısından bakarsak orada “nesiller boyu birbirine aktarılarak ve daima kendini yenileyerek sistemleşen ekonomik kültürümüzün Atatürk’ün şahsında en başarılı örneklerini verdiğini”söyleyebiliriz.
Tarihi ticaret yollarını kontrol eden bölgelerde siyasi egemenlik sahibi olan atalarımız; bu coğrafi konumlarının gerekli kıldığı şartları iyi değerlendirmişler ve ticari alandaki üstünlüklerini çevrelerine kabul ettirmişlerdir. Tarihteki Türk devletlerinin ortak bir vasfı da; halkının refah ve mutluluğunu çağının şartları içinde en üst düzeyde gerçekleştirerek çok zengin bir ekonomik kültür yapısı oluşturmalarıdır.
Atalarından aldığı ekonomik kültür mirasını çok iyi kullanan Atatürk’ün ekonomik düşüncesinde fikir ve icraat arasında eşsiz bir uyum vardır. Sıfır denilecek bir seviyeden ve savaş şartları içinden on yılda ağır sanayi hamlesini gerçekleştirerek kendi tankını, topunu ve uçağını çağın gereklerine uygun olarak bizzat Türk insanının yapabileceği bir düzeye ulaşılması onun dehasının eseridir.
Dünya ülkeleri 1929 ekonomik krizi ile büyük sıkıntılar içinde bunalırken, bu durumdan etkilenmeyen ve krizi lehine çeviren, buhranı takip eden devrede plânlı ve programlı kalkınmanın dünyadaki en güzel örneklerinden birinin yaratılması yine onun üstün dehası ve önderlik kabiliyetinin bir neticesidir.
Atatürk’ün ekonomik politikalarını belirleyen ilk dönem 1923-1930 yıllarını kapsar. Mevcut ekonomik durum Birinci İzmir İktisat Kongresinde tespit edilir. Kongrede belirlenen hedeflere ulaşılmaya çalışılır. Fakat arzu edilen sonuçlar tam olarak alınamaz. Osmanlı’nın borçları ödenir ama arzulanan ekonomik gelişme sadece tarım kesiminde görülür. İzmir Kongresindeki Çalışma Komisyonlarının ekonomik tespitleri ve çözüm önerilerinden günümüz ekonomi yöneticilerinin alacakları pek çok dersler vardır.
Atatürk’ün ekonomik politikasının temelleri ve esasları 1930-1940 arasında ortaya çıkar ve en üst düzeye ulaşır. İlk döneme göre ağırlığın bugün hepsi elden çıkarılan İktisadi Devlet Teşekküllerinde olduğu tamamen kendine özel bir ekonomik rejimin uygulandığı görülmektedir. Bu dönemde; Devletin Öncülüğü, Devletin Yatırımcılığı, Devletin İşletmeciliği, Devletin tespit ettiği hedeflere ekonominin yönlendirilmesi gibi hususlar ağırlık kazanır. Faaliyetlerin temelinde yine fertlerin topyekûn kalkınması ve refah seviyesinin adaletli olarak dağıtılması yatar.
Türk toplumunun ekonomik bünyesi ve şartlarının göz önünde tutulduğu Atatürk’ün ekonomik görüşleri, klasik ekonomik sistemlerine benzemez. Batı toplumunun ürünü olan Kapitalizm ve Sosyalizm batı insanının gerçeklerine, ihtiyaç ve kültür yapısına uygun yapılandırılmıştır. Nasıl ki montaj sanayi tek başına ülkenin kalkınmasına imkan vermiyorsa, montaj doktrin ve sistemlerin kalkınma modeli olarak kullanılması da yeterli olmayacaktır. Bugün Türk ekonomisinin düzlüğe çıkabilmesi için;
– Yeterli sermayemiz, her alanda yetişmiş insan gücümüz, yeterli okullarımız ve öğretmenlerimiz mevcuttur.
– Edirne’de oturan vatandaşımız bir gün içinde karayolu ile ülkenin en uzak ve en ücra noktasına ulaşabilmekte ve malını gönderebilmektedir.
– Fabrika yapan fabrikalarımız, fabrikalarımızda üretilen hammaddeyi sağlayan yeraltı ve yerüstü zenginliklerimiz vardır.
– İnsanımızın kültür ve sosyal refah seviyesi giderek gelişmiş ülkeler seviyesine yaklaşmaktadır.
Bütün bu olumlu göstergelere ve yandaş basının devamlı alkışlamasına rağmen günümüz Türkiye’sinin ekonomik bağımsızlık seviyesinin Atatürk döneminin çok altında olduğu gerçeği değişmemektedir. Bizim gibi önemli bir coğrafyada bulunan ve gelişmek için yeterli potansiyele sahip bir ülke için mutlaka milli atılımlar yapılması gerekmektedir..
Çünkü; İnsanımız kabiliyetlidir, ekonomik faaliyetlere diğer insanlara göre çok daha fazla yatkındır, müteşebbistir, daha iyisini başaracak güce ve tecrübeye sahiptir. O halde daha iyisini yapmak varken ve önünde Atatürk gibi bir önderin çok başarılı uygulama örnekleri dururken daha iyisini ve fazlasını istemek bizim de hakkımızdır. Türk insanı tamamen dışa bağımlı ekonomik sistemi asla hak etmemektedir.
Başarısızlığı kanıtlanmış ve iflas etmiş mevcut ekonomik görüşlerden çok daha tutarlı ve tamamen Türk insanının kabiliyetlerine göre hazırlanmış ATATÜRKÇÜ EKONOMİ SİSTEMİ’ nin uygulanması ile bugünkünden çok daha ileri bir refah seviyesine ulaşmamız mümkündür. Çünkü artık Atatürk zamanında olduğu gibi bir ön hazırlık devresine ihtiyaç yoktur. Atatürk’e inanmış kadroların bilinçli ve planlı çalışmalarıyla günümüzde çok kısa bir sürede başarılı neticeler alınabilecektir.
Sonuç olarak; acilen tedbir alınmadığı takdirde küresel sermayenin dümen suyunda sürüklenen ekonomimiz  kısa süre içinde dibe vuracaktır. Küresel krizin yıkımından klasik liberal ekonomi modelleri ile çıkmamız asla mümkün değildir. Çare milli çözümde ve Atatürk’ün ekonomik görüş ve uygulamalarındadır.(1)
Kendi göbeğimizi kendimiz kesmeli ve tamamen milli olan Atatürkçü Ekonomi sistemini derhal uygulamalıyız. Çünkü Atatürk’ün ekonomik görüşleri Türk ekonomisine şok tedaviyi öngörmektedir. Yeter ki kendimize inanalım ve karar verelim.
8 Haziran 2015’ten itibaren Atatürke ve Atatürkçü Düşünce’ye inanmış VATAN PARTİSİ yöneticilerinin Türk milletinin huzuru, güveni, refah ve mutluluğu için küresel mimarların yolunu değil, Atatürk’ün gösterdiği yolu seçeceklerine inanıyorum..
—————————————————————
(1) Atatürk’ün ekonomik görüş ve uygulamaları için Dr. Tahir Tamer Kumkale’nin Pegasus Yayınlarından çıkan “ ATATÜRK’ÜN EKONOMİ MUCİZESİ” kitabına bakınız.(http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=120619)

TÜRKER ERTÜRK’ÜN İSTİFASI VE “BİRİSİ”…



TÜRKER ERTÜRK’ÜN İSTİFASI VE “BİRİSİ”…


Serdar Ant

“Anadolu Partisi MKYK üyesi, Aydınlık yazarı TÜRKER ERTÜRK kurucusu olduğu Anadolu Partisi'nden istifa etti.

Ertürk’ün istifasını duyururken yaptığı açıklamanın tamamı ODA TV adlı internet sitesinden okunabilir. (http://www.odatv.com/n.php?n=istifa-etti-1803151200)

Böylece Türker Ertürk’ün yaklaşık 4 ay süren Anadolu Partisi macerası da son bulmuş oldu. Sanırım yakında Ertürk’ün Vatan Partisi’ne katıldığını da öğreniriz!  Vatan Partisi’nde bir Genel Başkan Yardımcılığı da Türker Ertürk’e tahsis edilir.

Türker Ertürk’ün istifasıyla ilgili olarak yaptığı açıklamada bir nokta dikkatimi çekti. Şöyle diyor:

Bu sorunları ve yapılması gerekenleri Sayın Tarhan ile çok konuştum. Her seferinde tamam diyor, anlıyor gibi gözüküyor ama iş eyleme dökülmüyordu. Çok çok yakınında Atatürk’e tereddütlü yaklaşan, Cumhuriyetimizin kurucu ideolojisine şüphe ile bakan ve 'ikinci cumhuriyetçi' STK’larda görev almış birisini tutmaya devam ediyordu. Son olarak uyarı niteliğinde elektronik posta gönderdim, endişelerimi anlattım ve eğer düzelme olmaz ise yolumu ayıracağımı söyledim. Yanıt yok ve sessizlik. Artık yapabileceğim tek şey kalmıştı. Sayın Emine Ülker Tarhan etrafındaki kuşatmayı yarabilecek liderliği gösterememişti. Bu nedenle Anadolu Partisi’ndeki görevlerimden istifa ediyorum. Bana inan insanları daha fazla hayal kırıklığına uğratmak istemiyorum."

İnsan bu satırları okuyunca merak ediyor. Türker Ertürk’ün ifadesiyle Emine Ülker Tarhan’ın “Çok çok yakınında, Atatürk’e tereddütlü yaklaşan, Cumhuriyetimizin kurucu ideolojisine şüphe ile bakan ve 'ikinci cumhuriyetçi' STK’larda görev almış” olan o “BİRİSİ” kimdir?

Türker Ertürk, “kızım sana söylüyorum, gelinim sen anlama” tarzında bir söylemle konuşmak yerine, bu bahsettiği kişinin kim olduğunu kamuoyuna neden açıklamıyor? Ertürk’ün sözlerinden anlaşıldığı kadarıyla Anadolu Partisi Genel Başkanı Emine Ülker Tarhan kuşatma altındadır, ama dahası “etrafındaki kuşatmayı yaracak liderliği de gösterememiştir.” Ve anlaşıldığı kadarıyla Türker Ertürk en sonunda kurucusu olduğu partiden istifa etmeyi bu “kuşatmayı yarmanın” tek yolu olarak görmüştür!

İyi de Türker Ertürk bu “liderliği” sergilerken neden açık değil? Madem “Atatürk’e tereddütlü yaklaşan, Cumhuriyetimizin kurucu ideolojisine şüphe ile bakan ve 'ikinci cumhuriyetçi' STK’larda görev almış birisi”, Anadolu Partisi’nin Genel Başkanı’nın kararlarını etkileyecek kadar etkili durumdadır ve Türker Ertürk bile en nihayetinde kurucusu olduğu partiden istifa etmekten başka bir çare görememiştir, o zaman bu “BİRİSİNİN” kim olduğunu adıyla sanıyla açıklayıp kamuoyunu bilgilendirmek gerçek liderliğin gereği değil midir?

Siyasette herhangi birini “Atatürk’e tereddütlü yaklaşan”, “Cumhuriyetimizin kurucu ideolojisine şüphe ile bakan” ve 'ikinci cumhuriyetçi' STK’larda görev almış” şeklinde nitelemek yasal olarak suç değil ki… O zaman Türker Ertürk neden açık olmayıp üstü kapalı bir şekilde konuşmayı yeğliyor?

Lider gibi davranmak böyle mi oluyor?  

18.3.2015

-- 
"Ya istiklal ya ölüm... İşte halâs-ı hakiki isteyenlerin parolası bu olacaktır."
Mustafa Kemal ATATÜRK,



28 Nisan 2015 Salı

Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 1




Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 1



ibalci 





Dünya var oldukça ihanet olacak ve hain bulunacaktır. Habil ve Kabil olayı ile başlayan ihanet ve hainlik bugüne kadar hiç ara vermeksizin devam etmiştir. Kim ihanet etmiştir? Kim Haindir? Dün olduğu gibi bugün de tartışma konusudur.
Kimilerine göre hain olan biri, kimilerine göre el üstünde tutulması gereken bir vatanperverdir. İtiraz fayda vermez. Hainin ihanet ettiğini karşınızdakine inandıramazsınız. Örneğin; kimilerine göre 19 kardeşini acımasızca boğduran III. Ahmet hain değildir. Yine uykuda iken öz oğlunu boğdurup öldüren aynı Padişah III. Ahmet asla hain değildir… Yine kimilerine göre kurduğu cemiyette etrafına Ulusal Kurtuluş Savaşı karşıtlarını toplayan ve savaş sırasında İngilizlerle birlikte çalışarak; verdiği fetvaları İngiliz uçakları ile Türk askerlerine ve şehirlerine attıran İsklipli Atıf Hoca hain değildir. Padişah Genç Osman’ın tahtan indirilerek Yedikule zindanına atılması burada cinsel tacize uğradıktan sonra boğdurulması emrini verenler de hain değildir. Milli Mücadele sırasında, İngilizlerin dümen suyuna giren, her istediklerini yerine getiren, Anadolu’da kurtuluş mücadelesini sürdürenler Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Fevzi Çakmak, Ali Fuat gibi paşalara idam fermanı imzalayan Sultan Vahdettin de hain değildir. İdam fermanını hazırlayan Şeyhülislam da! Ama “Hasta  Adam” iken Sevr ile parçalanması kararlaştırılan Osmanlı Devletini düveli muazzamanın (Devrin en güçlü devletlerinin) tasallutundan kurtararak Cumhuriyeti kuran Mustafa Kemal ile arkadaşları haindir. Neden haindir, kime ihanet etmişlerdir? İngilizlerle, Yunanlılarla ortak hareket eden ve sadece kendi saltanatını ve tahtını düşünen Vahdettin’e! O halde haindir! Ama hain olduğunu bizzat kabul eden Sultan Vahdettin İngiliz savaş gemisi ile Ülkesinden kaçmıştır, bu ihanet değil midir? Bu sayılmaz, o Sultan’dır!
Demek isterim ki ihanet varsa hain vardır. Hainlik yapan varsa ihanet eden de vardır.
Osmanlı ve Cumhuriyet tarihleri gözden geçirilecek olursa ne kadar ihanetle karşılaşıldığı ne kadar çok hain olduğu açık olarak görülür. Üstelik bunların ülkenin balını kaymağını yediği görülür. Şöyle bir göz atalım, bakın nelerle karşılaşacağız:
Hainlerden birinin durumuna bakalım: Efendim; Vardar Ali Paşa Boşnak bir delikanlı iken devşirilerek İstanbul’a getirildi. Eğitildi ve yeniçeri ağası oldu. Değişik yerlerde Beylerbeyi olarak görev yaptı. Pek çok sefere katıldı, şöhretini pekiştirdi. Sivas valisi iken Sultan İbrahim (Padişah Deli İbrahim) kendisinden, bayram harçlığı olarak 30 bin kuruş ve İpşir Mustafa Paşa’nın karısını istedi…  Vardar Ali Paşa’nın yakın arkadaşı olan İpşir Mustafa Paşanın karısını istemesi paşayı çileden çıkardı ve isyan bayrağını açtı. Enteresan olan Sultan Deli İbrahim isyan eden Vardar Ali Paşa’nın üzerine karısını istediği İpşir Mustafa Paşa’yı göndermesi oldu. Yapılan savaşta İpşir Mustafa Paşa, Vardar Ali Paşa’nın ordusunu yenerek kendisini tutsak aldı.  Vardar Ali Paşa kafası kesilmek üzere cellada teslim edilirken barbar bağırıyordu: “Senin karının ırzını koruduğum için mi beni katlettiriyorsun?”. Kim ipler kim dinler. Dünya menfaat dünyası: Vardar Ali Paşa’nın başı kesilerek, içi bal dolu bir torbaya konulup Padişaha gönderildi ve kesik baş günlerce teşhir edildi! Acaba burada hain olan kim? Paşa’nın karısını isteyen Padişah mı? Paşanın karısını kollayan Vardar Ali Paşa mı? Yoksa İbşir Mustafa Paşa mı? Ama kayıtlarda, Padişaha isyan ettiği için hain olan Vardar Ali Paşa!
Osmanlı İmparatorluğu Tarihinin en büyük Veziri Azamı Çandarlı Halil Paşa. Devşirilmiş falan değildir. Türkoğlu Türk. Bilgili, temkinli, işini bilir bir büyük asker.  Babası İbrahim Paşa da Sadrazam’dı. Babasının sadrazamlığı zamanında da etkin görevde bulunuyordu. Babası ölünce II. Murat Çandarlı Halil Paşayı sadrazamlığa getirdi.  Fatih Sultan Mehmet’in ilk Padişahlığında da aynı görevde kaldı. Fatih Sultan Mehmet İkinci kez Padişah olduğunda yine sadrazamdı. İstanbul’un kuşatılması sırasında Bizans İmparatorunun, kuşatmayı kaldırması için kendisine hediyeler gönderdiği söylentileri çıktı. Dedikodu büyük boyutlara vardı ve gâvurlukla suçlandı. Rumelihisar kalesi yapılırken sırtında taş taşıyan, amele gibi çalışan Çandarlı Halil Paşa hakkında ileri geri iftiralar edildi ve sonuçta tutuklanarak Yedikule zindanına atıldı ve boynu vurularak öldürüldü (10.7.1453). Sebebi devlete ihanet olarak gösterildi. Oysa Osmanlı İmparatorluğunun tarih kaynaklarında aleyhinde hiç bir belge yoktur. Yazılanların tamamının söylendi ve tahmine dayandığı belirtilmektedir. Ancak boynunun vurulmasının nedeni olarak Fatih Sultan Mehmet’in kendisine duyduğu kin ve garez öne sürülmektedir. Malum ya, Fatih çocuk yaşta Padişah olunca, savaş çıkıyor, Sadrazam Çandarlı Halil Paşa  çocuk padişahla bu iş olmaz deyip II. Murat’ın yeniden padişah olmasını sağlıyor.  Fatih Sultan Mehmet bu olayı unutmuyor ve ikinci kez Padişah olup İstanbul’u da alınca sorun kalmadığına kanaat getirerek Koca Çandarlı’nın boynunu vurduruyordu. Tam 85 yıl Osmanlı İmparatorluğuna sadrazam olarak hizmet veren bir ailenin en önemli ferdi Hain oluyor! Olur ya! Kundaktaki kardeşini katleden Sadrazamını mı katletmeyecek?
Kara Davutpaşa’yı da yabana atmamak gerekir. Boşnak kökenli ve devşirmedir. Enderun’da eğitildi. Sultan III. Mehmet’in zamanında Çuhadar, I. Ahmet zamanında Rumeli Beylerbeyi,  I. Mustafa Tahta çıkınca da önce Kaptan-ı Derya, ardından Rumeli Beylerbeyi oldu. Genç Osman’ın saltanatı zamanında, tahtan indirilen Sultan I. Mustafa’nın kız kardeşi ile evlenip Saraya damat oldu. Genç Osman’ın tahttan indirilmesi ve I, Mustafa’nın yeniden tahta çıkması üzerine sadrazamlığa getirildi. Sadrazam olur olmaz ilk işi Genç Osman’ı bir pazar arabasına bindirtip Yedikule zindanına attırmak ve öldürtmek emrini vermek oldu. Genç Osman zindanda cinsel tacize uğradı ve sonra da boğularak öldürüldü. Demek ki lakabı “Kara” olan Davut Paşa’nıns işi bitmişti. Bu olaydan 23 gün sonra sadrazamlıktan azledildi. Sonra da Yedikule zindanına atıldı ve Genç Osman’nın bir kısım katili ile birlikte boğdurularak ortadan kaldırıldı.  Bu da bir başka ihanettir, haini de bellidir.
Konya Valisi olarak görev yapan Haydar Bey, Ulusal Kurtuluş Savaşına destek verenlerden biriydi. Ulusal mücadeleye destek verecek adam ararken Delibaş Mehmet’i buldu. Delibaş Mehmet’e çete kurdurup hazır hale getirdi.  Delibaş güçlü ve gözü pek bir çeteciydi.  Delibaş’tan üstün görevler bekleniyor ama beklenen olmuyor ve İstanbul hükümeti tarafından gönderilen Hürriyet ve İtilaf Fırkası kurucusu Zeynelabidin Bey tarafından “Kuva-yı Milliye’ye hizmet etmek dince caiz değildir, İslam’a ters düşer denilerek kandırılıyor ve ulusal mücadeleye karşı ayaklanıyordu. Delibaş Mehmet baskı görünce Fransızlara sığınıyor, Yunan ordusunun emrine girerek gerçekten ihanetini hainlikle perçinliyordu. Delibaş Mehmet, Fransız ve Yunanlıları yanına aldıktan sonra asker kaçakları ile birlikte 700 ‘e varan çetesi ile Konya’ya saldırarak şehri ele geçirdi.  Cezaevini boşaltıp çetesine kattı. Ele geçirdiği Ankara’ya bağlı subay ve memurları sorgu sual etmeden öldürttü. Ankara’ya bağlı askerler şehrin ortasındaki Alaattin Tepesine çekilip mevzu tuttu ama fazla direnemediler ve başta Vali Haydar Bey Vilayet Mevki Kumandanı Alb. Avni Bey olmak üzere esir düştüler. İsyancılar; Seydişehir, Akşehir, Manavgat, Ilgın, Karaman, Karapınar. Akseki‘yi ele geçirdi. Durumu öğrenen Ankara Hükümeti Alb. Refet Bele komutasında güçlü bir birliği asiler üzerine gönderdi. Kaymakam Kasap Osman ve Demirci Mehmet Efe de Alb. Refet Bele’ye takviye olarak gönderildi.  Acımasızca devam eden sokak çatışmaları sonunda Refet Bele kuvvetleri asileri bozguna uğrattı ve Konya’yı ve işgal edilen diğer yerleri çetecilerden temizlediler. Olan oldu ve asi Delibaş Mehmet, Cumra’da Ankara yanlısı olan kendi arkadaşları tarafından ortadan kaldırıldı. İşte ihanet eden bir isyancı ve arkadaşları tarafından ortadan kaldırılan bir hain!
Hainler saymakla bitmez, biz yazmaya devam edeceğiz.

.

Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 2





Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 2





ibalci





İBRAHİM BALCI, 

İhanet edenlerin yani hainlerin sayısını saptamaya imkân yok. Fazla düşünmeden denilebilir ki; sürüsüne bereket! İşte bir din adamı Dürrizade Abdullah Bey…
Dürrizade Abdullah Bey İstanbul’da doğdu (1867). Medrese eğitimi görerek müderris oldu. Birçok görevlerde bulunduktan sonra “Anadolu” unvanı ile Anadolu Kazaskeri oldu. İttihatçılarla barışık olmadığı için iki yıl sonra görevinden istifa etti. 1919 da ise yeniden memuriyet görevine geçti.  Paşa kabinesinde Şeyhülislam oldu. Ankara Hükümetine karşı tavır aldı. Padişah ve İngiliz işgal güçlerinin istekleri sonucunda, Milli kurtuluş mücadelesini başlatan ve devam ettiren Mustafa Kemal ile arkadaşlarının yakalanması ve öldürülmelerinin nizamı ve farz olduğu hakkında fetva verdi. Fetvası Sultan Vahdettin tarafından kabul edildi. Fakat milli mücadeleyi devam ettirenleri ele geçiremediler. Sadrazam (Başbakan) ’in Berlin Konferansına katılması üzerine kendisine vekâlet etti.  Dürrizade ailesi pek çok sayıda üst düzeyde din adamı, kazasker, kadı ve Şeyhülislam yetiştirmiş bir ailedir. Makam için milli hislerini bir yana bırakmış ve kendisine Şeyhülislam olarak görev veren  gibi bir hainin yolunda giderek Milli Mücadele karşı gelmiş ve hainlerden biri olarak kabul edilmiştir. Böyle bir adam ne yapacaktı ise onu yaptı ve Ulusal Mücadelenin başarı ile sonuçlanması üzerine İtalya’ya kaçtı. Oradan Arabistan’a giderek Şerif Hüseyin’e sığında ve orada 1923 de öldü. Ülkeye ihanet etti mi etmedi mi? Hain mi, değil mi? Buna okuyanlar karar verecektir. Yazılanlar “Hain” diyor.
İşte bir başka ihanet örneği! Muhteşem Süleyman dizisinin Gülfem Sultan’ı var ya işte onun ihaneti! Padişah hanımlarının hayır hasenat yapmaları adettendir. Mavidevran Sultan ve Hürrem Sultan ‘ın olduğu yerde Gülfem Sultan bir süre gözden ırak kaldı. Ancak unutulmadı. Her ne kadar kendisi unutulduğunu zannettiyse de Kanuni bu unutur mu? Bir gün halvet için hazırlanmasını buyurmuş. Yatağa girdiğinde Gülfem Hatun yerine bir başka hatunu görmüş! Hışımla fırlamış yataktan ve “Bre namussuz, bre melun bana ihanet ettin” diye bağırarak gerekli emri vermiş: “Acele kellesi vurulsun”. Gülfem Sultan’ın ağalara direnecek gücü yok, meyus ve sessiz ”Kıyma bana” yakarışları altında boynu vuruldu. Sonradan gerçek anlaşıldı. Üsküdar’da sevabına bir cami yaptırırken parası yetmeyince, halvet sırasını para karşılığında bir başka hatuna satınca olan olmuş ve hayatını kellesi ile ödemiş oldu. Üstelik müthiş de bir kitabe konulmuş mezarına! Kitabede şöyle yazıyor: “Şehide-i Saide” yani “Mutlu Şehit Kadın”… Varsın mezar kitabesine öyle yazsın… Acaba Gülfem Hatun hem mutlu ve hem de şehit midir? Yoksa Kanuni Sultan Süleyman’ın yatağına girmediği için Sultan’a ihanet eden bir Hain midir?
İhanet edenler arasında Molla olanlar da vardı. Mesela Sait Molla bunlardan biridir. İstanbul’da doğdu. Medrese eğitimini tamamladıktan sonra Hukuk mektebini bitirdi ve hâkim oldu. İttihat Terakki karşıtı olduğu için Hürriyet ve İtilaf partisine girerek siyasete atıldı. ’in Sadrazamlığı döneminde Adliye Bakanlığı müsteşarlığı ve Şura-i Devlet İkinci Başkanlığı yaptı.  Ulusal milli mücadele başladığından ulusalcılara karşı tavır aldı ve İngilizlerle işbirliği yaptı. Meşhur İngiliz Casus Papaz Frew ile dostluk kurdu ve İngiliz Muhipler Cemiyetini kurdu. Ayrıca İstanbul adıyla bir gazete çıkararak yayın hayatına girdi. Kısa sürede İngiliz casusu olduğu anlaşıldı. Ulusal kurtuluş savaşı zaferle sonuçlanınca İngiliz Elçiliğine sığındı ve kendisine verilen özel bir pasaportla Romanya’ya gitti. Burada barınamayınca Fransa’ya oradan da Mısır’a geçti. Burada da barınamadı ve Kıbrıs’a gitti. Kıbrıs’ta uzun bir süre kaldı. Atatürk devrimlerini baltalama çalışması yapmasına karşın başarılı olamadı ve Yunanistan’a geçti. Zafer sonrası yurtdışı edilen 150’likler listesine dâhil edilen Sait Molla 1927 de Türk vatandaşlığından çıkarıldı. 1930 da Yunanistan’da öldü. İşte hem işbirlikçi, hem casus ve hem de milli mücadele karşıtı bir molla! Hain mi değil mi? Tarihler hain olduğunu yazıyor! Başka ne olabilir ki?
Bazı kişiler vardır ki onlar gerçek hainlerdir. Hangi yönden bakılırsa bakılsın aynı kanıya varılır. Bu hainlerden biri de Firari Ahmet Fevzi Paşa’dır. Osmanlı İmparatorluğunun Kaptan-ı Deryalarından biridir. Girit’te doğan bir Rum’dur. İstanbul’a geldikten sonra Müslümanlıkla müşerref oldu. Boğaziçi’nde kayıkçılık yaparken dikkat çekti ve Bostancıbaşı Osman Paşa’nın himayesine girdi.  Hüsrev Paşa’nın sayesinde hızlı adımlarla ilerlemeye devam etti. Büyükelçi olarak Rusya’ya gitti.  Yükselmeye devam ediyor dedik ya, bir de bakıyoruz ki Kaptan-ı Derya olmuş! Tersanelerde bazı yenilikler yapmış arka arka seferlere çıkmış ve hayli de şöhreti yakalamıştı. Sultan II. Mahmut’un son yıllarıydı. Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Osmanlı Devletine isyan edince, Kaptan-ı Derya olarak 24 gemi ve pek çok askerle beraber üzerine gönderildi. Bu arada Koca Hüsrev Paşa sadrazam olunca kızdı ve deniz kuvvetlerini Mısırlılara teslim ederek onlara sığındı. Yani bir yerde Osmanlı deniz kuvvetleri bir anda çökertti. İhanet etmişti, haindi cezasını bulacaktı. Öyle oldu. Osmanlı tarihine adı Hain Firarı Ahmet Fevzi Paşa olarak geçen bu firari Kaptan-ı Derya, 4 yıl yaşadığı Mısır’da kendi cariyeleri tarafından zehirlenerek öldürüldü.
Koca Mustafa Paşa öyle sıradan bir paşa değildi. O kadar şöhretli bir paşa idi ki ismi, bir semte verilerek yaşatıldı. Koca Mustafa Paşa’nın semtinin adı işte bu Osmanlı Paşasının adıdır. Sadrazam’dı, değişik görevler üstlendi. Bu arada Roma’da esir tutulan Cem Sultan ile görüşmesi için Roma’ya gönderildi (1490). Rumeli Beylerbeyi ve sonra Vezir oldu (1501). Koca Mustafa Paşa almış başını gidiyordu. 1511 de Sadrazam oldu bu görevini Yavuz Sultan Selim Sultan olduğu zamanda devam ettirdi. Ama siyaseten ters yöne gidince yanlış yöne at sürerek, Padişah olma arzusu olan Şehzade Ahmet ile görüştü.  Bu durumu öğrenen Yavuz Sultan Selim’in hiç affı yoktu ve “Kaldırın ortadan” emri ile idam edilerek öldürüldü. Bu ne perhiz ne lahana turşusu! Koca Mustafa Paşa semtine bu isim, Paşanın sağlığında verilmedi ya…. Öldükten sonra verildiğine göre, Yavuz Sultan Selim önce sadrazamını öldürmüş, sonra da iyi insan olduğunu tescil eder gibi ismini bir semte vermişti. İhanetin ve hainliğinde böylesi! Merak edilmez mi hain kimdi diye?
Yakup Paşa Musevi kökenlidir. Müslümanlığı kabul ederek Yakup adına almış ve hekim olarak pek çok görevler üstlenmiştir. Cin gibi zeki, iş bilir biriydi. Hekim olarak şöhreti alıp yürümüştü. Defterdar oldu, vezir unvanı aldı. Fatih Sultan Mehmet’in gözde hekimi olarak mahiyetinde bulundu. Ne var ki dilin kemiği olmadığı da bilinmektedir. Doğrudur, yanlıştır bilemiyoruz ama Yakup Paşa hekimliğine ihanet etmiştir. Fatih Sultan Mehmet’in son rahatsızlığına müdahale etmiş ama iyileştirememiştir.  Kendisine İacopo Maestro denilen Yakup Paşa’nın, Venediklilerden bol rüşvet alarak Fatih Sultan Mehmet’i öldürdüğü bazı kaynaklar tarafından ileri sürülmektedir.  Eğer bu kaynaklar doğru ise Musevi Yakup Paşa ihanet eden çok önemli hainlerden biridir. Böyle olduğuna inanıldığı içindir ki Mayıs 1581 de Yeniçeriler tarafından paramparça edilerek öldürüldü
Yazan : İbrahim Balcı

.