28 Nisan 2015 Salı

Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 9



                               Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 9




Hain, haindir. İhanetini yaparken sen ben dinlemez. Onun kafasında ve kalbinde hainlik sorun değil çözümdür. Haklı haksız, vuracak, kıracak ve istediğini yapacak. Yaptıkları ihanet de olsa, o kendisini başarılı bulur ve karşılığını bekler. Yani bu tür kişiler ihanetlerini bilerek yaparlar ama hain olduklarını, hatta ihanet ettiklerini kabullenemezler. Çünkü o kime hizmet ediyorsa, en iyi şekilde yapmak için en kötü şeyi yapar. Yaptığı çok önemli ve affedilemez bir ihanet de olsa başarılı olduğunu sanır. İşte yaptığı her ihaneti iyi niyetle yaptığını zanneden bir Hırvat devşirmesi Kuyucu Murat Paşa!
Genç yaşta devşirildi ve Saray’a alındı. Harem-i Hümayunda yetiştirildi. Erişkin yaşa gelip devlet işlerinde deneyim sahibi olunca Vali Kethüdası olarak Yemen’e gönderildi ve uzun bir sure burada kaldı (1560-1566). Mahmut Paşa öldürüldükten sonra Yemen Valiliğine getirildi.  Burada hem görev yaptı ve hem de aleyhindeki söylentilere rağmen büyük servet biriktirdi. Servetini yaparken Yemen halkına kan kusturduğu için halkın şikâyeti Padişah’a ulaşınca görevinden alındı ve İstanbul’a çağrıldı. Murat Paşa İstanbul’a gelince bütün serveti elinden alındı ve Yedikule zindanına atıldı (1580). Zaman hızla ilerledi ve tekrar göze giren Murat Paşa Karaman Beylerbeyi oldu. Safevilerle savaş için Tebriz’e gitti (1585). Safevilerle savaşırken, atı ile birlikte bir kuyuya düştü ve kaçamayınca da esir edildi. Yapılan sulh antlaşması ile kurtularak İstanbul’a döndü (1590). Atı ile kuyuya düşmesi nedeni ile artık ismi “Kuyucu Murat Paşa” dır. Kuyucu Murat Paşa’nın şansı açılmıştı. Dev adımlarla ilerliyordu. Kıbrıs ve Şam Beylerbeyliği
kuyucu_s_78954
Kuyucu Murat Paşa
Yaptıktan sonra Diyarbakır Valiliğine gönderildi.Akabinde Avusturya seferine çıktı (1599). Haçovamuharebelerinde başarı gösterince itibarı daha da arttı veRumeli Beylerbeyliği ve Budin Muhafızlığına atandı (1603). Avrupa’dan dönüldükten sonra Anadolu’daki ayaklanmalar başladı. Celali isyanları imparatorluğuzorluyordu. Sultan I. Ahmet çareler düşünürkenŞeyhülislam Sunullah Efendi’nin önerisi ile Kurucu Murat Paşa’ya sadrazamlık mührünü gönderdi. Sadrazam olan Kuyucu Murat Paşa İstanbul’a dönerek göreve başladı.17 yaşında çok genç bir Padişah ve 80 yaşlarında birsadrazam! Anadolu’da asayiş berbattı. Hemen her yerde isyan hareketleri görülüyordu.İsyancıların amacı, devleti devşirmelerin ve dönmelerinden elinden kurtarmaktı. Anadolu halkı kendi devletinde söz sahibi olmak istiyordu. İsyancıların sayısı her geçen gün çoğalıyor, askerler de onlara iltihak ediyordu. Bunun da nedeni, devşirme ve dönme paşaların askerlere çok eziyet etmeleriydi. Peki, isyancıların üzerine gönderilen kimdi: Kuyucu Murat Paşa! Bu da bir devşirme idi. Bu devşirme Paşa isyancıları tepelemek için İstanbul’dan hareket etti (15.6.1607). Paşa en güçlü silahlarını yanına almıştı. Bunlar acımasızlığı ve vicdansızlığı idi! Paşa bu seferi sırasında isyancıların bir kısmını çeşitli vaatlerle elde etti. İsyancılara gerçek darbeyi vurmak için Konya’ya giderken yüzlerce insanı idam ettirdi. Konya’da isyancı kalmamıştı. İsyancılardan Saraç-zade Ahmet Bey, Konya naibini hançerle öldürmüş, Deli Ahmet Paşa’nın sarayını yıkmış, karışıklık sırasında bin kişiyi öldürmüştü. Bu kadar hain bir adam gözden çıkarılamazdı. Yanına çağırarak “Seni Konya’da alıkoymak isterim, ben Canbolatoğlu’ndan intikam alıp dönünceye kadar şehri bir güzel muhafaza et. Lâkin imdat lazım olursa, ne kadar asker toplayabilirsin?” diye sordu. Ahmet Bey,   hemen yanıt verdi “30 bin kişi toplarım”. İşte ne oldu ise Saraç-zade Ahmet Beyin bu sözü ile oldu ve Kuyucu Murat Paşa “bir çırpıda 30 bin kişi toplayabilen adamı arkamda bırakıp gidemem. Ben gittikten sonra Konya’yı işgal eder, kaleye kapanırsa, hal neye varır” düşüncesi ile harekete geçti ve derhal Saraç-zade Ahmet Beyikuyuya attırarak öldürttü. Yaşlı sadrazam durmak bilmiyordu. Adana ve Silifke’yi işgal eden asilerden Çemşit ve Muslu Çavuş’u da ortadan kaldırttı. Maraş’a gidip, Beylerbeyi’ne ait 40 bin askeri alarak Canbolutoğlu ile savaşmaya gitti. Kuyucu burada da galip geldi.Canbolatoğlu kaçıp İstanbul’a gitti ve Padişaha sığındı.  Kuyucu Murat Paşa için sanki son yoktu. Bayburt’a geçti ve kan dökmeye burada da devam etti. Suçlu, suçsuz ayırt etmeden binlerce insanın başını keserek öldürttü ve kesik başları dağlar gibi üst üste yığdırarak seyretti.  Kuyucu Murat Paşa Anadolu’nun çeşitli yerlerinde Celalileri temizlerken kendisi Celaliliğe başlayıp soyguna ve haraç almaya devam edince İstanbul’a çağırıldı (18.12.1609).  Kurnaz paşa yine göze girmeyi ve görev almayı bildi. Celali isyanlarından geride kalan isyancı büyüklere pusu kurmaya devam etti ve onları da temizledi. Yusuf Paşa’ya Ferman göndererek affettiğini söyledi. İnanan Yusuf Paşa Üsküdar’a gelir gelmez öldürülerek ortadan kaldırıldı.  Kuyucu Murat Paşa, Anadolu’da ki Celali isyanlarını bastırırken acımasızlığı ve vicdansızlığı ile haklı haksız, suçlu suçsuz binlerce insanı öldürterek kuyulara attıAnadolu’yu isyanlardan temizledi ama Celalilere su verenleri, yemek verenleri, hatta selam verenleri bile öldürterek en büyük kanlı katil olarak tarihe geçti. Huzuru getireceğim diye her şeyi yaptı. Haraç almak, hediye kabul etmek Kuyucu Murat Paşa için adettendi. Hele adam öldürme o sanki onun için ilahi bir görevdi. Bir gün otağın önünde otururken, bir süvarinin küçük bir çocuğu getirdiğini gördü. Çocuğu yanına getirtti. Çocuğa kimin çocuğu olduğunu sormuş, çocuk bir çalgıcının demiş! Vay anam sen misin çalgıcı çocuğu “Çalgıcı Celalileri çalgı çalıp şevke getirir” diyerek çocuğun öldürülmesini emreder. Etrafındaki adamlardan hiç biri çocuğu öldürmeye yanaşmayınca Kuyucu Murat Paşa sinirlenip öfke ile yerinden kalkarak çocuğu elleri ile boğarak kuyuya atar.  Kuyucu Murat Paşa acımasızlığı ile ün salmış bir paşadır. Acımasız olduğu içindir ki bir söyleme göre yüz bin Türk’ü öldürüp kuyulara attığı söylenir. Ama işin aslı öldürdüğü binlerce Celali’yi kuyu attırdığı için bu ismi aldığıdır. Binlerce insanı öldürterek imparatorluğun nizamını sağlayan Kuyucu Murat Paşa nedense hainlerden olmuyordu. Üstelik tarih Kuyucu Murat Paşa’yı “Devamlı kuran okur, oruç tutar, Nakşibendi tarikatına bağlı dindar bir adam” olarak kaydeder. İşin tuhafı da bu zaten! Kuyucu Murat Paşa Diyarbakır’da öldü (5.8.1611( ve tüm serveti hazineye devredildi.
7378_Yunus_Pasa          Devşirme sadrazamlardan biri de Yunus Paşa’dır. Yunus Paşa da boynunu vurulmaktan kurtaramadı. Yunus Paşa Yeniçeri ocağında yetişti. Başarıları dikkate alınarak Yeniçeri Ağası, bilahare Anadolu sonra daRumeli Beylerbeyi oldu. Beylerbeyi olduktan sonra adı duyulan, korku salan, sözü dinlenilen bir kişi olarak nam saldı. Ridaniye muharebesi sırasında şehit olan Hadım Sinan Paşa’nın yerine sadrazamlığa getirildi (22.1.1517). Ayrıca Mısır Valiliği de uhdesine verildi. Ama her zaman işler istenildiği gibi gitmiyor. Bu görevinden azledilince dönüş yaptı ve Padişah Yavuz Sultan Selim’in hakkında ileri geri konuşmaya başladı. Aklı bir türlü Mısır Valiliğinden alınışına yatmadı. Oysa gizli gizli İran Şahı Şah İsmail’le görüştüğü tespit edilmişti. Bu nedenle görevinden azledilmiş ve yerine Kölemen Hayri Bey atanmıştı.  Bu olay Yunus Paşa’yı Padişah’ın aleyhine konuşmaya sevk etti. Padişah için “Ordunun yarısı kum çöllerini gördükten sonra fethedilen Mısır’ın bir Kölemen’e verileceğini kullarınız bilselerdi peşinize takılıp gelmezlerdi!” deyince kızılca kıyamet koptu ve Yunus Paşa, Padişah Yavuz Sultan Selim’in fermanı ile boynu vurularak idam edildi. Eeeee Koskoca Padişah’ın, hem de Yavuz Sultan Selim Han’ın aleyhinde konuşursan olacağı bundan başka bir şey olmazdı. Çünkü Yunus Paşa’nın Sultan’a karşı söylediği sözler ihanet sebebiydi cezasını da başı ile ödedi.
Hadım Hasan Paşa’nın ölümü de rüşvetten oldu. Devşirme olan Hadım Hasan Paşa dev adımlarla yükseldi. Mısır valiliğine atandı. Mısır zengin bir memleket! Para pul her ne aranırsa bulunan bir yer. Vali Hasan Paşa memuriyetleri satışa çıkarmış kim fazla para veriyorsa onu memur yapıyordu. Dedikodular ayyuka çıkmıştı. Mısır Valiliğinden azledilmesi gerekiyordu ama kim yapacaktı. Aldığı rüşvetin büyük kısmını hediye olarak Sultan III. Murat’ın annesi Nurbanu Sultana gönderiyordu. Paşanın azli konusu gündeme gelince Nurbanu Sultan devreye giriyor Hadım Hasan Paşa’yı affettiriyordu.  Bu büyük beceri idi ve bu beceri sayesindedir ki Valide Sultana bolca rüşvet vererek 1597 de dördüncü vezirliğearkadan da Sadrazamlığa yükseltiliyordu. Sadrazam Hadım Hasan Paşa 5 ay altı gün kaldığı sadrazamlığı sırasında ne rüşvet almaktan doyuyor ve ne de Valide Sultanı doyurabiliyordu. Memuriyetleri adeta açık arttırmaya çıkarmış, satıyor aldığı parayı da Valide Sultan’la paylaşıyordu. Bu d urum nereye kadar gidecekti? İşte bunu hiç düşünmedi. Nihayet dedikodular ayyuka çıkınca, kendini kurtarabilmek için suçunu Valide Sultan’a yüklemeye kalkınca sadrazamlıktan azledildi ve 14. 4. 1589 da hapsedildiği Yedikule Zindanında boğduruldu.
           
Mere Hüseyin Paşa
Mere Hüseyin Paşa
Mere Hüseyin Paşa Arnavut kökenli bir Osmanlı devlet adamıdır. Başarı merdivenlerini koşar adım çıkanlardan biriydi.  Satırcı Mehmet Paşa’nın aşçıbaşısı iken göze girdi. Paşa adeta aşçıbaşısının önüne altından bir merdiven koydu ve basamakları koşar adım çıkmasına vesile oldu. Kapıkulu SüvarisiDivan-ı Hümayün Çavuşu, Koyun Emini olduktan sonra, Kapıcıbaşı olduSonra da Mısır Valiliği! Valiliği sırasında hem devlete ve hem de kendisine vergi topladı. Daha ileri düzede görev alabilmek için hazinesini bol bol kullanmayı bildi ve kısa sürede Sadrazamlığa yükseldi. En büyük özelliği, belgelerdeki kayıtlara göre  rüşvet almaktı. Doymasını bilmedi. Bu yüzden onlarca kişinin malını canını aldı. Öldürülmesini istediği kişiler için görevlilere  “Alın, götürün” anlamına gelen Arnavutça “Mere” diye seslendiği için Mere lakabını aldı. Mere Hüseyin Paşa birçok masumun kanı, malı, cani pahasına kesesini doldurdukça doldurdu. Nihayet görevinden azledildi. Ama yılmadı ve sipahileri tahrik ederek ikinci kez sadrazamlığa geldi. Bu gelişinde de vicdansızlığı, acımasızlığı devam etti. Bir Beylerbeyini dayak attırarak öldürttü. Bir kadıya öldüresiye dayak attırdı.  Bolca parayı rüşvet vererek Yeniçerileri arkasına aldı. Azli için uğraşanlardan pek çoğunun canını aldı. Yeniçeri ve askerleri birbirine düşürdü. Mere Hüseyin Paşa sadrazam olarak almış başını gidiyordu. Ulemadan pek çoğunu sürgün edip, bir kısmını öldürülmesi gerginliği iyice arttırdı. Sonunda Sipahiler ile Yeniçeriler anlaşarak Hüseyin Paşa’nın azledilmesini sağladılar (30.8.1623). Azledilmek demek, bir anlamda ölmek demekti. Can derdine düştü, on bir ay kaçtı, değişik yerlerde saklandı fakat canını kurtaramadı ve IV. Murat Padişah olunca, verdiği fermanla katledildi.
Yazan İbrahim Balcı

.

▶ Oktay Sinanoğlu,Türkiye'nin GELECEĞİ - ,







 Oktay Sinanoğlu,Türkiye'nin GELECEĞİ 




 TEK PARÇA ,22 Mayıs 2013




https://www.youtube.com/watch?v=TZWgQnrwrh8



..


Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 10




 Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 10




İbrahim BALCI
İbrahim BALCI




Hainler bitmez. Dünya var oldukça hain de olacaktır ihanette! Hain ve ihanet birbirini tamamlayan terimlerdir. İhanet eden hain olur. Buna itiraz edilemez ama hain kim? Haini bulmak, hain olduğunu saptamak kolay değildir. Öyle ya! Bana göre hain olan bir başkasına göre hain değildir. Hatta kahramandır. Peki, buna karar verecek kimdir? Kimlerdir? Eğer, kendine karşı bir eylem yapıldığını sezenler ihanetle karşılaştığına inanırsa, bu eylemi yapan ve yapanlar haindir, hainlerdir…  Yapılan eylem, birilerine çıkar ve makam, çok iyi bir konum, hatta daha ileri gidelim iktidar sağlıyorsa o asla hain değil, kahramandır! Böyle durumlarda devreye tarih girer, tarihçiler girer, belgeler girer… Olaylar ve belgeler gözden geçirilir, değerlendirilir ve durum saptaması yapılarak kimin hain olduğu, kimin ihaneti yaptığı ortaya çıkar.
Kayıtlara göre hainleri yazmaya devam edeceğiz. Bakalım kimlerin ismi hain olarak kayda geçmiş. Günümüzde yazılanlar değerlendirildiğinde hain olup olmadıklarına bakacağız: Tarihten üç örnek verirsek, gerçek hainlerin nasıl olabileceklerini gözler önüne sereriz.  Örneğin; İslâm’ın son üç halifesi Hz. Ömer’i şehit eden Zerdüşt dinine mensup Ebu Lülü Firuz isimli bir köleydi. Hz. Osman’ı evinde Kur’an-ı Kerim okurken şehit edenler Mısır’dan gelen canilerdi. Hz. Ali ise Cami’den çıkarken Mülcemoğlu tarafından kılıçla başına vurulmak suretiyle şehit edilmişti.  Bu üç İslâm büyüğünü öldürenler sıradan insanlardı ama Hz. Hasan ile Hüseyin’i hatta Hz. Hüseyin’in aile efradını şehit ettiren sıradan insan değildi. Hz. Hasan’ı, eşi Cude zehirleyerek şehit etmiş, karşılığında Muaviye’den büyük paralar almıştı. Hz. Hüseyin’i şehit ettiren ise Yezit’ti.  Bu Yezit, Hz. Ali’den, birçok entrika çevirerek Halifeliği almış olan Muaviye’nin oğlu idi. Yezit, halifeliği babasından devralmış, onun halifeliğini kabul etmeyen Hüseyin’in şehit edilmesi emrini vermiş, bununla yetinmemiş Hz. Hüseyin’in aile efradını kundaktaki bebeklere kadar öldürterek tarihe dünyanın en hain kişilerinden biri olarak adını yazdırmıştır. İşte dört büyük olay ve dört büyük ihanet ve bir o kadar da hain!
Bu hainlere ve böylesi ihanetlere hiç itiraz yok… Ama diğerleri? Onlar ne kadar doğrudur? Okuyacağız ve karar vereceğiz.
Boşnak’tan devşirilen bir genç olarak Bostancı ocağında yetiştirildi. İyi bir asker olarak hayli başaralar kazandı. Ama her karışıklığın içine girmeyi ve karışıklıktan istifade etmeyi marifet saydığı için dikkat çekti. Saray’a damat olduğu için üzerine fazla gidilmedi. Karadeniz’de soygun ve çapulculuk yapan Lehistanlılara karşı vezaret payesi ile gönderildi. Deniz savaşında da büyük başarı kazandı. Ne var ki Kazak korsanları için durmak yoktu. İkinci defa Türk sahillerine saldırdılar. Kaptan-ı Derya olarak üzerlerine Topal Recep Paşa gönderildi. Kazak korsanlarına çok ağır darbe vurmayı başardı. 172 düşman gemisi esir alındı, bir kısmı batırıldı, ancak 30 kadar düşman gemisi kaçarak kurtuldu. Türk sahillerine musallat olan Kazaklara karşı kazanılan en önemli zaferlerden biri olarak tarihe geçti bu olay (1622).  Topal Recep Paşa bu başarılı seferden sonra güçlendikçe güçlendi. Güçlenmesi ile birlikte kendisini entrikaların içinde buldu.
Bağdat’ın alınamaması, Sadaretten Kaymakamlığa indirilen Gürcü Mehmet Paşa’nın akçe rayicini değiştirmesi, Bağdat’ı yardımsız bırakması nedeni ile sıkıştırılıyordu. Yeniçeriler, Sipahiler adeta ayaklanmış kellesini istiyorlardı. Recep Paşa boş durur mu? Kazanı kaynatan adam olarak yapacağını yaptı ve Gürcü Mehmet Paşa’nın ak saçlı başı vurulmak suretiyle gövdesinden koparıldı. Bu olaydan sonda Topal Recep Paşa Sadaret Kaymakamlığına getirildi. Fakat elbette ki burada fazla kalmayacaktı. Zira IV. Murat olayları yakından takip ediyor ve esas suçlunun Sipahi ve Yeniçerileri kışkırtanın Topal Recep Paşa olduğunu biliyordu. Padişahı, Yeniçerilere karşı aşağılarken olan oluyor ve Divan’a çıkan Topal Recep Paşa’ya, Padişah IV. Murat gürlüyordu: “Gel berü, bre Topal zorba başı!” Emir demiri keser bunu bilen Topal Recep Paşa birkaç adım ilerleyince Padişah konuşmaya devam etti “Bre kâfir abdest al!”. Recep Paşa sanki başına geleceğini biliyormuş gibi hazırlıklı gelmiş olacak ki yanıtı şöyle oldu; “Abdestlüyümdür Hünkârım!” Son emir Sultan IV. Murat’tan geldi “Tiz kesin şu hainin başını”… Üzerine çullandı bosbtancı başı, üzer ine çullandı bostancılar ve Topol Recep Paşa’nın kafasını huzurda kesip, kesik başı Sarayı Hümayun kapısı önünde teşhir edildi.
335561-3-4-97814Mustafa Sabri Efendi Tokatlı olup tartışmasız olarak Türk hainlerinin en önde gelenlerinden biridir. 1889çda Tokat’da doğdu. Tokat’ta doğduğu için “Tokatlı” lakabı ile anılır. Tokatlı Mustafa Efendi Fatih Camiinde ders vermeye başladı (1889). 1889-1913 yılları arasında huzur derslerine muhatap olarak iştirak etti. İkinci Meşrutiyet ilan olduktan sonra İttihat Terakki Fırkasına katıldı ve Milletvekili seçildi. Kısa bir süre sonra İttihat Terakki Fırkasından ayrılıp Ahali Fırkası kurucuları arasında yer aldı.  Bu partiden de ayrılıp Hürriyet ve İtilaf Fırkasını kurdu. Bu sırada Mahmut Celalettin Paşa’nın öldürülmesinden ürkerek, sorumluluğu olması ve bu yüzden cezalandırılacağı korkusu ile yurt d ışına kaçtı. Mütareke yapıldıktan sonra tekrar Türkiye’ye geldi ve Sait Molla ile birlikte İngiliz Muhipler Cemiyetinde yer alarak Türkiye’nin İngiliz mandası altına girmesini savundu. Yeniden kurulun Hürriyet ve İtilaf Fırkasının kurucularından biri oldu. Ancak Fırka Bakanı Miralay Sadık Bey ile anlaşamayınca o partiden de ayrıldı Mutedili Hürriyet Fırkası’nı kurdu (1919). Zikzaklı hayatı devam ediyordu ve burada da duramıyor tekrar Hürriyet İtilaf Fırkasına geçiyordu. Her daim gündemde kalmayı bildi ve bir süre partinin yayın organı olan Beyan-ül Hak Dergisinin baş yazarlığını yaptı. Damat Ferit ikinci ve üçüncü kabinesinde Şeyhülislam olarak görev yaptı. Milli Mücadeleyi başlatan Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının yakalanarak öldürülmeleri için Padişah Vahdettin tarafından imzalanan fetvayı Dürrizade Abdullah Efendi imzaladı ama Fetvayı Mustafa Sabri Efendi yazdı. Fetvada şöyle yazıyordu: “Padişahın aksi emrine rağmen milliyetçilerin öldürülmeleri caiz olmakla kalmayıp hatta her Müsliman’ın dini görevidir. Bu uğurda ölenler şahit kalanlar gazidir”. Bu fetvayı yazan kişi kendi ihanetinin belgesini de hazırlamış demektir. Mustafa Sabri Efendi Milli Mücadelenin başarılı olmasına üzüldü ve Mudanya Antlaşmasının imzalanması üzerine,  oğlu İbrahim Sabri ile birlikte İngiliz Yüksek Komiserliğine sığınarak işbirlikçilerden biri olduğunu gösterdi ve yurtdışına kaçarak Yunanistan’a sığındı. Yunanistan’da da rahat durmadı Milli Mücadele ve Mustafa Kemal aleyhinde mücadelesine devam etti. Nihayet 150’likler listesine alındı. Kahire’ye gidip yerleşti. 1927 de vatandaşlıktan çıkarıldı. 1939 de 150’liklere af çıkmasına rağmen yurda dönemedi ve 1954 de Kahire’de öldü.
Tokatlı Mustafa Sabri Efendi’nin yaptıklarını o günden bu yana devam eden Osmanlı ve hilafet yanlıları haklı bulmaktadır. Onlara göre Tokatlı Mustafa Sabri hain değil kahramandır. Çünkü Mustafa Kemal, Sultan Vahdettin’in verdiği emrin dışına çıkmış ve Milli Mücadeleyi başlatmıştır. Milli Mücadeleyi başlatmakla da haksızlık yapmıştır. Böylesine büyük haksızlık yapanlarında cezalandırılması gerekmektedir. Sultan Vahdettin fetva yazılsın emri vermiş, Mustafa Sabri Efendi fetvayı kaleme almış. Bu fetva ile de  Mustafa Kemal’in foyasını meydana çıkardığını iddia etmekte ve yazmaktadırlar. Pes değil mi?
Sürmeli Ali Paşa’ya boşuna sürmeli dememişler. Güzel gözükmek için o günün koşullarına göre demek ki çok iyi makyaj yapıyormuş. Devamlı gözlerine sürme çektiğinden de “Sürmeli” lakabını alıyordu. Başarı basamaklarını koşar adım çıkarak Sadrazam oldu. Ne var ki Sadrazamlığı sırasında sık sık yeniçeri ayaklanmaları ve huzursuzluklar oldu. Bunları önleyemediği için de görevinden azledildi. Asayişte başarılı olamamış ama nakit işlerinde hiç çaktırmadan büyük mal varlığı edinmişti.  Yapılan incelemeler sonucunda çok büyük rüşvetler aldığı anlaşılmıştı. Ayrıca hazineye de hatırı sayılır borcu olduğu görülmüştü. Bütün inceleme ve araştırmalar sonucunda tüm servetinin hazineye olan borcunu karşılayamayacağı anlaşılmıştı. Durum tespiti yapıldıktan sonra ceza olarak sürgüne gönderildi ama yerine ulaşmadan geri çağırıldı ve idam edildi.
Kanuni Sultan Süleyman zamanının en güçlü Baş Defterdarlarından biriydi. Adeta İmparatorluğun başkentini tek başına dilediği gibi idare ediyordu. Görünüşü itibari ile çok ciddi bir kişiydi. Haksızlığa karşı çıkan, yanlışları düzelten, mali açıdan İmparatorluğun en önemli ismi olarak haklı bir şöhrete sahipti. Adeta ismi Kanuni Sultan Süleyman’dan sonra gelen kişi olarak görülüyordu. Bu durum elbette ki iyi değildi. Zira Damat İbrahim Paşa yani Pargalı İbrahim İmparatorluğun ikinci adamıydı. Gerekli ortamı bulmuş, Sultan’ın itimadını kazanmış, Sultan adına istediği gibi iş yapıyordu. Hal böyle olunca İskender Çelebi de gözüne batıyor ve isteklerinin yerine gelmemesine sinirlenerek Baş Defterdarı çekemiyordu. SBelki Pargalı’nın bir bildiği vardı ya da tahmin ediyordu. Nitekim yapılan araştırmalar sonunda rüşvet, armağan ve diğer şekilde ahlaki olmayan yollardan büyük bir servetin sahibi olmuştur. Tarihi kayıklara bakılırsa Peşevi “Onun servet ve tantanası yanında veziriazamlarındaki sönük kalır” diyordu. Artık olan olmuştu. Pargalı hasmı ve rakibi gördüğü ve çokça da kıskandığı, İskender Çelebi’nin üzerine gidiyordu. Fırsat kaçırılmıyor ve İskender Çelebi Bağdat çarşı içinde 1535 de asılarak idam edilerek ortadan kaldırılırken, geride altın ve gümüş sırmalar içinde 6 bin 800 köle bırakıyordu.
Yazan İbrahim Balcı
..

Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 11



Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 11



Kahramanlar da hain olabilir. Yeter ki ihanetine karar verilmesin. Gerçekte hain midir? Yoksa oyuna mı getirilmiştir? Bunu tespit etmek çok zordur. Mesela hain denilmiş ve ihanet ettiği kabul edilerek boynu vurulmuş ya da sair şekilde idam edilmiştir. Bunun karar mercii elbette ki Padişahtır ya da Sadrazam ama tabii ki fetvayı verecek olan Şeyhülislam kabul edecek olan Padişah.
Etraftakilerin dolduruşuna gelen Padişahlar haksız yere çok kişinin boynunu vurdurmuş sonra da pişmanlığını dile getirmişlerdir. Ama giden gitmiştir ve hain olarak damgalanmıştır. İhanet etmediğini kim iddia edebilir ki? Sultan’a karşı yanlış yaptınız demek, kelle vermekle eştir. İşte bir örnek: Deli Hüseyin Paşa:
28.2.1656 – 5.3.1656 tarihleri arasında Sadrazam olarak görev yaptı. Yani tam tamamına 6 gün mühr-ü üzerinde taşıdı.  Deli Hüseyin Paşa Budin Beylerbeyliği yaptıktan sonra Girit Muhafızlığına gönderildi. Girit’te iken çok büyük mücadeleler vererek haklı bir şöhretin sahibi oldu. İkinci Vezir rütbesi ile bulunduğu Girit’te Venediklilerle girdiği savaşlardan galip çıktı ve Yanya’yı aldı. Girit’te bulunduğu süre içinde o kadar yiğitlik gösterdi ki nam-ı İstanbul’a kadar gitti ve İmparatorluğu sevince boğdu. Artık yükselme sırası gelmişti. Bu büyük başarıdan sonra Sadrazam Ermeni Süleyman Paşa’nın görevden azli üzerine Sadrazamlık mühr-ü kendisine gönderildi. Seferde iken verilen bu görev maalesef Deli Hüseyin Paşa İstanbul’a gelmeden sona erdi.  Sadrazamlığa getirildiği sırada seferde olduğu için, başkentte işleri kotaracak Sadrazam bulunmadığı için, derhal bir sadrazam atanması gerektiği kanaatine varan Padişah, Deli Hüseyin Paşa’dan sadrazamlığı alarak Zurnazen Mustafa Paşa’ya verdi. Zurnacı Paşa’ya yar olmadı bu önemli görev. Zurnacı Mustafa Paşa sadece 4 saat Sadrazam olarak kalabildi ve görev Boynueğri Mehmet Paşa’ya verildi. Bu paşa da 4 ay görev yaptıktan sonra Sadrazamlığa Köprülü Mehmet Paşa getirildi.  Köprülü ihtiras sahibi bir paşaydı.
Tarih kitapları öyle yazıyor. Deli Hüseyin Paşa ise İstanbul’a kahraman olarak kabul ediliyor ve pek sevildiğinden Köprülü Mehmet Paşa rahatsızlık duyuyordu. Kurnaz Köprülünün önünde durmanın imkânı var mı? Deli Hüseyin Paşa’nın hakkından gelmek için Hüseyin Paşa’yı Kaptan-ı Derya olarak görevlendirilmesini sağladı. Sonra da Rumeli Beylerbeyliğine gönderdi. Filibe Kadısı Süleyman Efendi Sadrazam Köprülü Mehmet Paşa’nın verdiği talimatlara karşı gelemiyor ve yazdığı uydurma şikâyetnamelerle Padişah kandırılıyordu. Hal böyle olunca Deli Hüseyin Paşa acilen İstanbul’a çağrılıyordu. Bu gelişi onun için bir sondu. Hemen Yedikule zindanına atılıyor, İki gün sonra da boğdurulmak suretiyle ortadan kaldırılıyordu (28.12.1958). Bu olay Köprülü için silinmez bir leke olarak kalırken, Sultan IV. Mehmet’in de halk arasında “Zulüm eden Padişah” olarak anılmasına neden oldu. Acaba İhanet eden kim? Hain kim?
Deliden başladık deli ile devam edelim. Bu kez Deli Hasan Paşa çıkıyor karşımıza. Anadolu’da iki asırdır devam eden isyanlar çok can alıyor, çok can yakıyordu. Celali İsyanları ile anılan isyanlar sırasında çok can yandı, çok kan aktı. Deli Hasan Paşa Celali İsyanlarının reislerinden biriydi.  Sırf isyanların bastırılması, Anadolu’ya sükunet getirilmesi için eşkiya reislerinin kazanılması yoluna gidiliyor, Deli Hasan’a da paşalık veriliyordu. Paşa rütbesi verilmekle de olsa, hemen arkasından da Beylerbeyi olarak görevlendiriliyordu. Celali İsyanlarının en büyük önderi Karayazıcı, Deli Hasan Paşa’nın kardeşiydi. Karayazıcı ölünce yerine kardeşi Deli Hasan Paşa geçti. Sokulluzade’nin Diyarbakır’dan gönderdiği önemli ağırlıkları ele geçirdi, Sokulluzade kaçarak Tokat kalesine sığındı. Deli Hasan Paşa kaleyi kuşattı ve paşayı öldürdüğü gibi, kaleyi de yağmalattı. Durmadı, civar il ve ilçeleri de yağmaladı. Üzerine gönderilen Hüsrev Paşa’nın kuvvetlerine bozguna uğrattı. Bilahare Hafız Ahmet Paşa’nın savunduğu Kütahya’yı ele geçirdi. Fakat ona da bir “Dur” diyen oldu. Güzelce Mahmut Paşa’nın güçlü bir ordu ile üzerine geldiğini öğrenince “Özür” diledi. Özür isteği kabul edildi ve Beylerbeyi rütbesi ile Bosna’ya gönderildi. Burada da rahat durmadı ve Padişah’ın emirlerini yerine getirmemekte direnince, pusuya düşürüldü ve asılarak idam edilerek ortadan kaldırıldı.
Kadı Mehmet Efendi Uşakiye Tarikatının kurucu Şeyhi Hasan Hüsamettin’in torunudur. Kazasker Mehmet Efendi iyi bir eğitim gördü ve müderris olarak dersler verdi. Eyüp, Edirne, Medine ve İstanbul Kadılıklarında bulundu (1716-1735). 1735 yılında Anadolu Kazaskerliğine atandı. Hayatı kazaskerlikle geçiyordu. Halep ve Kars’ta da kazasker olarak bulundu. Son görevi sırasında (1745), Nadir Şaha karşı savaşan Osmanlı ordusunun bozulmasını ve yenilmesini sağlamak amacıyla seraskerin öldürüldüğü haberini yayınca ordu bozuldu ve yenildi. Yaptığı öğrenilince görevinden azledilerek Kıbrıs’a sürgün edildi, sonra da idam edilerek ihanetinin karşılığını buldu.
Osmanlı Defterdarlarından biridir Mustafa Paşa, Ayrıca “Müezzinzade” ve “Halimi” lakaplarıyla da anılır. Hayatı zevk ve sefa içinde geçmiştir. Sabahlara kadar devam eden çalgılı, çengili gece hayatı ile tanındı ama kendisinden hiç vazgeçilemedi. Çünkü müthiş bir para politikasına sahipti ve bu nedenle de vazgeçilmezlerdendi. Sır bu yüzden tam dört kez Osmanlı İmparatorluğunun başdefterdarlığına getirildi. Mali bakımdan imparatorluğun işleri ters gidince hemen başdefterdarlığa getiriliyor ve işleri düzeltmede büyük başarı sağlıyordu. Nihayet 1758 de dördüncü kez imparatorluğun başdefterdarlığına getirildi. Huylu huyundan vazgeçer mi? Geçmez! Nitekim aynı yaşama devam etti. Halk sürekli olarak İstanbul’a devletin ileri gelenlerine dilekçe göndererek şikâyet etti. Hayat tarzında da değişiklik olmayınca ve üstelik yaptıklarına bir de yolsuzluğu bulaştırınca olan oldu Musul’da başı kesilerek idam edildi. Kesik başı İstanbul’u gönderildi ve günlerce Topkapı Sarayı’nın orta kapısı önünde ibret-i âlem için teşhir edildi.
Daltaban Mustafa Paşa her ne kadar Sadrazam olarak görevler üstlendi ise de kara cahil biriydi. Okuma yazması dahi bulunmayan Daltaban Mustafa Paşa devşirilen bir Sırptı.  Yeniçeri ocağında yetişti, Cebeci olarak Salankamen savaşına katıldı ve büyük yararlılık göstererek Yeniçeri ağası oldu ve vezir payesi ile Diyarbakır Valiliğine atandı (1696). Sultan II. Mustafa’nın düzenlediği Avusturya seferine Beylerbeyi olarak katıldı.
Bu savaşta da büyük yararlılıklar gösterdi. Bir yıl sonra ordunun Zenta’da bozguna uğramasının sorumlusu olarak vezirliği elinden alındı ve görevinden azledildi. Fakat Karlofça Antlaşmasının imzalanmasından sonra Vezirlik görevi tekrar kendisine verildi ve Bağdat Valiliğine gönderildi. Okuma yazma bilmeyen kara cahil Daltaban Mustafa Paşa’ya Allah yürü kulum demiş durmadan ilerliyordu. Nitekim 1702 de Sadrazamlığa getirildi. Fakat burada fazla kalamadı çünkü cahildi. Cahilce hareket ederek Osmanlı’ya karşı Kırım ayaklanmalarını el altından desteklediği öğrenilince Şeyhülislam Feyzullah Efendi’nin isteği ile görevinden azledilerek Edirne’ye geri çağrıldı ve burada idam edilerek ortadan kaldırıldı (1703).
Yazan İbrahim Balcı
.

Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 12



Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 12




İbrahim BALCI
İbrahim BALCI

İhanete kim karar verir? Hain kimdir? Bunu günümüze kadar tam anlamıyla açıklayabilen yoktur. Vardır! Mutlaka vardır ama kesin olarak öyledir demek he kadar doğrudur? Bunu gerçek anlamda bilen yoktur. Kimileri ihanet etti haindir derken, kimileri asla hain olamaz, o muhalifti der. Ama yine de tarih kesin yargıdır deriz ve ihanet edenleri, yani hain olarak tarihe geçenleri yazmaya devam ederiz.

Çalık Ahmet Paşa Enderun’da yetişti. Yeniçeri Ocağından çıkarıldığı için “Çalık” lâkabını aldı. Padişah II. Mustafa’nın dikkatini çekince önce Zağarcıbaşı bilahare de Kul Kethüdası, yani bütün Enderun mensuplarının başı oldu. Artık Padişah’ın güvenini kazanan bir kişiydi. Av düşkünü Padişah II. Ahmet av ve ve iyi bir tatil geçirmek için Edirne’ye gidince, devleti Şeyhülislam yönetmeye başladı. Yeniçerilerin ile cebeciler ulufeleri alamayınca cebeciler isyan başlattı. Cebecilerin başına geçen Çalık Ahmet Paşa Edirne üzerine yürüdü. Bu sırada Çalık Ahmet Paşa, ayaklanmacılar tarafından Sekbancıbaşı ve sonra da Yeniçeri Ağası ilan edildi. İsyan önemliydi, tarihe Edirne Olayı olarak geçen bu isyan sonucunda Padişah II. Ahmet tahttan indirildi ve III. Ahmet Padişah oldu. Çalık Ahmet Paşa kurnazlığı ile kısa sürede yeni Padişah’ın da güvenini kazandı ve Yeniçeri Ağası olarak görevine devam etti. İstanbul’da Bostancıbaşıların çıkardığı isyanın üzerine giderek isyanı bastırdı ve Padişah’ın bir kat daha güvenini kazandı. Fakat bu güvende başını yedi. Zira Padişah’a çok güvenen Çalık Ahmet Paşa Padişahtan sadrazamlık istemekten geri kalmadı. Böyle bir istek o güne kadar meydana gelmiş değildi. Padişah III. Ahmet bu isteğe müthiş kızdı ve “Derhal şu kendini bilmezi İstanbul’dan uzaklaştırın” emrini verdi. Emir yerine getirildi. Çalık Ahmet Paşa önce Kıbrıs’a vali olarak atandı, kısa bir süre sonra da Rodos’ta boynu vurularak ortadan kaldırıldı. Padişah’tan Sadrazamlık isteğinde bulunmak ihanetti ve ihanetinin karşılığını buldu!

Derviş Vahdeti Lefkoşe’de (Kıbrıs) doğdu (1869). Bu nedenle de Kıbrıslı Hafız Derviş Vahdeti olarak anılır oldu. Fakir bir ailenin çocuğu idi. Yoksulluk içinde büyüdü. Küçük yaşta hafız olmayı başardı. Arapça ve Fıkıh dersleri alarak kendisini geliştirdi. Yirmi yaşında İstanbul’a geldi ve Nakşibendi tarikatına girdi. Memduh Paşa Yalısında (Kireçburnu) bir süre imamlık yaptıktan sonra Memduh Paşa’nın delaletiyle devlet hizmetine girdi. Fakat bir suç işlediğinden Anadolu’ya Diyarbakır’a sürgün edildi. II. Meşrutiyet ilan edilince affedilenlerden biri olarak İstanbul’a döndü. Sultan II. Abdülhamit’ten gazete çıkarmak için para yardımı istedi ama kabul edilmedi. İsteğini daha ileri götürdü ve bazı iddialara göre İngiliz Elçiliğinden maddi yardım olarak Volkan isminde bir gazete çıkarmayı başardı (1908). Gazetenin ismi altındaki slogan manidardı. Şöyle yazıyordu “İnsaniyete hadim, dini, siyasi gazete”. Derviş Vahdeti kısa bir zaman sonra İttihad-ı Milli Cemiyeti” adında aşırı ve çok tutucu bir kuruluşun sözcülüğüne soyundu. Gazetenin yazarları arasında Hasan Tahsin, Şeyh Feyzullah Efendizade Mehmet Ali, Kadızade Abdullah Ziyaettin ve Bediüzzaman Said-i Nursi (Kürdi) vardı. Volkan gazetesi iktidardaki İttihat Terakki yöneticilerine karşı adeta savaş açtı. Halkın dini duyguları ile oynayarak tahrik ederek kışkırtıcı politika izliyordu. Meşrutiyeti “Şeytan Dönemi” olarak ilan ediyordu. Her geçen gün hezeyanlarını arttırıyor ve halkı Volkan Gazetesi etrafına toplanmaya çağırıyordu. Bunlarla yetinmiyor dini inançların sarsıldığı ve ahlakın bozulduğunu ileri sürerek devletin ileri gelenlerine açık mektuplar yayınlıyordu. Nihayet bardak taşıyor ve 31 Mart 1909 da “31 Mart Vakası” denilen isyan meydana geliyordu. Dördüncü Avcı Taburunun öne çıktığı olayda, medrese öğrencileri softalar meydana çıkarak isyanı olabildiğince büyüttüler. Mebusan Meclisi kuşatıldı ve ayaklanmacıların istekleri geldi: 1) Şeriatın eksiksiz uygulanması, 2) Sadrazam, Bahriye Nazırı ve Hassa Kumandanının hemen görevden alınması, 3) Mebusan Meclis Reisi Ahmet Rıza’nın istifası… Bu patırdı sırasında Lazikiye Mebusu Emin Aslan Bey, Adliye Nazırı Nazım Paşa ve Şerif Sadık Paşa ve pek çok okullu subay katledildi. Harbiye Nazırı Rıza Paşayı yaraladılar, Binbaşı Ali Kabuli Beyi de öldürdüler. İttihat Terakki Cemiyeti Genel merkezi, Cumhuriyet Gazetesi, Tanin, Şurayı Ümmet gazetelerin binaları tahrip edildi. İttihat Terakki Cemiyetinin ileri gelenleri İstanbul’u terk etti. Padişah II. Abdülhamit isyancılar yanında yer almasına karşın, isyancılar durmadı. Olaylar Selanik’te duyulunca Ordu ve İttihat Terakki Cemiyeti isyana karşı durdular. Olayın bastırılması için “Hareket Ordusu” adı ile kurulan Ordu İstanbul’a isyancılar üzerine gönderildi. Ordu 22 Nisan 1909 da Yeşilköy’e geldi. Ordunun Komutanı Mahmut Şevket Paşa, Kurmay Başkanı Kolağası Mustafa Kemal’di. Hareket 0rdusu 24 Nisan 1909 da İstanbul’a girdi. Kısa sürede Taksim ve Taşkışla’ya çekilen isyancılar kuşatıldı ve isyancılar teslim alındı. Padişah II. Abdülhamit tahttan indirildi. Kurulan sıkıyönetim suçluları yargıladı. Mehmet Reşat Padişah olarak tahta çıkarıldı. Başta isyanın teşvikçisi ve lideri olan Derviş Vahdeti olmak üzere 13 kişi idam cezası aldı. Ceza alanlar Sultanahmet Meydanında asılarak cezalandırıldılar.

Gazanfer Ağa bir başka hain olarak tarihe geçti. 16. Asrın sonlarında 17. Asrın ilk dönemlerinde yaşan bir Saray görevlisidir. Osmanlı Sarayında haremde göreve başladı. Önce; Kapı Ağası, sonra Kızlar Ağası ve Harem Ağası oldu. Müthiş entrika çevirmesi ile Sarayın aranılan adamı ve güvenilen kişi olmayı bildi. Padişah I. Ahmet’in Cağaloğlu Yusuf Sinan Paşa’yı sadrazam yapmasında hayli etkili oldu. Fakat sonu iyi olmadı. Zira kendisini Kızlar Ağası yapan Güzelce Mehmet Paşa’yı atladığı ve Sadrazamlığın Cağaloğlu Yusuf Sinan Paşa’ya verilmesine yardımcı olduğu için hatalı bulundu. Güzelce Mehmet Paşa Gazanfer Ağa tarafından ihanete uğradığına inandığı için onu “Hain” olarak gördü. Güzelce Mehmet Paşa fırsatını bulur bulmaz kendisine ihanet ettiğine inandığı Gazanfer Ağa ve Kapı Ağası Osman Ağayı öldürterek ortadan kaldırttı.

Kara İbrahim Paşa Bayburt’ta dünyaya gelmiş ve hızla yükselmeyi bilenlerden biri olmuştur. Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın yanında ve korumacılığı altında yetişti. Sadrazam olan Kara Mustafa Paşa, Kara İbrahim’i Kubbe Veziri yapıp Kaptan-ı Deryalığa getirdi (1677). Kara İbrahim bir yıl sonra Sadaret Kaymakamı oldu. Fakat donanmaya gereken önemi vermediği için Kaptan-ı Deryalığı elinden alındı, rütbesi de beşinci vezirliğe indirildi. Bu durdum karşısında kendisini yetiştiren velinimeti olan Kara Mustafa Paşa’yı kendisine hedef seçti. Ona kin besledi, düşman gördü. Dolaplar çevirmeye başladı. Kara Mustafa Paşanın düşmanları olan Başimrahor Boşnak Sarı Süleyman ve Kızlar Ağası Yusuf Ağa ile işbirliği yaparak IV. Mehmet’in güvenini kazandı ve tekrar ikinci vezir oldu (1681). Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Avusturya Seferine çıkarken Sadaret Kaymakamı oldu. Osmanlı Ordusu Viyana’da bozgun yiyince fırsat bu fırsattır deyip, işbirlikçi arkadaşları ile beraber en yakın koruyucusu ve velinimeti Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın idamı için Padişah’ı ikna edip idamı için ferman çıkarılmasını sağladılar. Kara İbrahim Paşa, ferman üzere idam edilen Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın yerine Sadrazamlığa getirildi. Ne var ki hiçbir zaman sefer yanlısı olmadığı için işi hafiften alınca sadrazamlıktan azledildi ve bütün mal ve servetine el konularak Rodos Adasına sürgün edildi. Orada da boğdurularak ortadan kaldırıldı.

Kenan Paşa “Sarı”, “Uzun” ve “Damat” lakapları ile anılır. Vezirlik unvanını aldıktan sonra Padişah İbrahim’in kızı ile evlenerek Saray’a damat oldu ve Kaptan-ı Deryalığa yükseldi. Mısır’da Bakırcı Ahmet Paşa’nın yanında çalıştıktan sonra IV. Murat döneminde saraya alındı. Kısa sürede yükseldi ve çeşitli yerlerde valilik yaptı. Kaptan-ı Deryalığı zamanında Osmanlı Donanması Çanakkale Boğazında Venedik donanmasından çok ağır bir yenilgi aldı. Pek çok gemi kaybedildi. Venedikliler Bozcaada ve Limni’yi aldılar. Kenan Paşa görevinden azledilerek önce Eğriboz’a ve daha sonra da Bursa muhafızlığına gönderildi. Bu görevlerde iken yarınını garanti altına almak için halktan zorla para toplamaya başlayıp, topladığı paraları Osmanlı’ya karşı isyan hazırlayan Abaza Hasan Paşa’ya göndermesi yetmediği gibi kendisi de emrindeki askerlerle beraber Celâli eşkiyalarına katıldı. Anadolu’da köyleri, kasabaları ve şehirleri yağmalayama başladı. Fakat ihanetin karşılığı elbette ki ağır olacaktı ve tuzağa düşürüldü. Yapacağı bir şeyi yoktu artık Damat Kenan Paşa’nın başı kesilerek İstanbul’a gönderildi (1659).

Şam’da doğdu Refi Cevat (Ulunay) (1890). Mekteb-i Sultani’yi (Galatasaray Lisesi) bitirdi. Muhittin Paşa’nın oğludur. Genç yaşta gazeteciliğe başladı ve kısa sürede önemli gazetecilerden biri olarak kendini kabul ettirdi. İkdam ve Tanin gibi gazetelerde çalışarak şöhretini arttırdıkça artırdı. Devrin iktidarına karşı yani İttihat Terakki’ye karşı verdiği amansız mücadele ve müthiş eleştirileri nedeni ile Sinop, Çorum ve Konya’da olmak üzere 1913 den 1918’ e kadar beş yıl sürgün hayatı yaşadı. Mondros Mütarekesi yapıldıktan sonra İstanbul’a döndü. Muhalefetini bu kez Kuvayı Milliye ve Anadolu’da Milli Mücadeleyi sürdüren Mustafa Kemal ile arkadaşlarına karşı sürdürmeye devam etti. Çok aykırı bir kalem adamı olması, sivri dili ile acımasızca Ulusal Kurtuluş Savaşını yönetenleri eleştirdi. Ulusal Kurtuluş Mücadelesi zaferle sonuçlanınca 1922 de yurtdışına kaçtı. 150’ likler listesine alındı (1924). 16 Yıl yurtdışında yaşadı. 1938 yılında çıkarılan aftan yararlanarak Türkiye’ye döndü. Yeni Sabah ve ölünceye kadar da Milliyet Gazetesinde köşe yazarı olarak çalıştı. Pek çok romanı ve anı kitabı bulunan Refi Cevat muhalif kişiliği, acımasız eleştirileri, Ulusal Kurtuluş Savaşına karşı tavır alması ve Anadolu hareketini yönetenleri devamlı eleştirmesi nedeni ile “Hain” lerden biri olarak kabul edildi. Ancak muhalif yanı hiç unutulmadı ve bu nedenle de kimilerince “Hain” kabul edilirken kimilerince de “Muhalif” olarak kabul edildi.

Osmanlı ve Cumhuriyet Türkiye’si tarihi incelendiğinde o kadar çok hainle karşılaşmak olanaklı ki bunları teker teker yazmak başlı başına çok kapsamlı bir kitap olur. Buna soyunmayacağım ama özet olarak ele belirtmek uygun olacağından, bundan sonraki yazımda toplu bir kayıtla “Hainler” yazı dizini sonlandıracağım.

.

Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 13





Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 13 

İbrahim Balcı


Hüseyin Avni Paşa


İbrahim BALCI
İbrahim BALCI

Hainler yazı dizisini sonlandırmak istiyorum. Aradıkça ihanet edenlerle göz göze geliyoruz.  Kimileri bana göre hain, kimileri okurlara göre…. Ama tarihin derinliklerine inildiğinde görüyoruz ki “Hain” sayısı az değil. Osmanlı Devletine ihanet eden hainler var, Sultan’a/Padişah’a ihanet eden hainler var…  Sadrazamlara ihanet eden hainler var… Cepheden kaçanlar, gereği kadar emek vermeyenler, emirleri yerine getiremeyenler var, şeyhülislamın isteklerine “evet” demeyenler var, hepsi de “Hain” damgasını yemişler…  Böyle olunca da gerçek hainleri bulmak çok zor oluyor. Boğulanların, kafası kesilenlerin, ağaçlarda sallandırılanların pek çoğu ihanet ettiklerinden değil dedikoduya kurban olmalarındandır. Her neyse hal böyle olunca “Hain” sayısı da arttıkça artıyor.
Yazısı dizisini 13’cü bölümle sonlandırırken, hainlikle suçlanan ve cezalandırılanlardan bazılarını olarak özet olarak belirteceğim. İhanet etmişler mi, etmemişler mi bunun tartışmasına girmeyeceğiz. Tarihi yalanlayacak halimiz yok, bunu da belirtmek isterim.
Bakalım neler olmuş, kimler boğdurulmuş, kimler darağacında sallanmış, kimlerin kafası kesilerek hayatlarına son verilmiş, kimler ihanetlerini eceli ile sonlandırmış?
Ali Kemal
Ali Kemal
ALİ KEMAL: Usta bir gazeteci ve siyaset adamıydı. Damat Ferit kabinesinde Maarif ve Dahiliye Bakanlığı yaptı. Yanlışı Milli Mücadeleye karşı çıkması oldu. “Artin Kemal” lakabı ile anılan Ali Kemal, Peyam ve Peyam-ı Sabah gazetelerini çıkardı. Devamlı milli mücadele aleyhinde yazdı. Yakalanıp yargılanmak için Ankara’ya götürülürken İzmit’te halk tarafından linç edilerek öldürüldü.
CEMAL BEY; “Artin Cemal” lakabı ile anılan Cemal Bey çok iyi bir tahsil gördü. Kaymakamlık yaptı,  Elazığ ve Konya valiliklerinde bulundu. Damat Ferit kabinesinde Dahiliye  ve Ticaret Bakanlığı yaptı. İttihatçılara karşı düşmanca davrandı. Milli Mücadeleye şiddetle karşı çıktı. Konya Valiliği sırasında Ankara Meclisine gidecek Konyalı delegeleri göndermedi. Suçlu duruma düştüğünü anlayınca Konya’yı terk etti. Milli mücadelenin zaferle sonuçlanması üzerine yurtdışına kaçtı. 1938 yılında çıkarılan afla yurda döndü.
DEFTERDAR SOFTA MUSTAFA PAŞA: IV. Murat döneminde  “Zorba İsyanı” oyarak isimlendirilen isyanın teşvikçilerinden biri, hatta başı idi (1632). Sultan IV. Murat, olaylar  durulduktan sonra önce Topal Recep Paşa’yı öldürttü. Bilahare de Defterdar Softa Mustafa Paşa’yı hallettirdi. Saklanan Softa Mustafa Paşayı yakalattırıp önce Sultanahmet Meydanında kılıçla kafasını kestirdi sonra da ibreti âlem için gövdesini ayaklarından çınar ağacına astırdı.
Hüseyin Avni Paşa
Hüseyin Avni Paşa
HÜSEYİN AVNİ PAŞA; Çok kurnaz, çok yanlı oynayan bir Paşa idi. Sultan/Padişah Abdülaziz’in tahttan indirilmesini sağladı. Abdülaziz’in öldürülmesinde rolü olduğu iddiası üzerine Abdülaziz’in kayın biraderi Kolağası Çerkez Hasan tarafından konağında toplantı halinde iken vurularak öldürüldü.
KARA KEMAL; Çok iyi tahsil gören gazeteci ve siyaset adamı olarak gündemde kaldı. Hayati zig zaglarla geçti. Önceleri İttihat Terakkici idi sonra karşısına geçti. İstanbul’un işgali sırasında Karakol Cemiyeti ile birlikte hareket ederek Anadolu’ya silah, cephane ve adam kaçırılmasında etkin rol oynadı. İstanbul’da Hamal, gemici, kayıkçı, arabacı, fırıncı ve işsiz insanları işgalcilere karşı örgütledi. Damat Ferit kabinesinde İaşe Bakanlığı yaptı. İngilizler tarafından tutuklanıp Malta’ya gönderildi. Buradan kaçtı. Milli Mücadele kazanılınca Türkiye’ye döndü ama Cumhuriyet yönetimine karşı durdu ve İzmir Suikastine karışınca tutuklanmak isendi. Yakalanacağını anlayınca kendini vurmak suretiyle intihar etti.
ŞEYHÜLİSLAM SEYİT NACİ FEYZULLAH EFENDİ; şeyhülislam olmasına karşın görevini kötüye kullanması nedeni boynu vurularak öldürüldü. Osmanlı tarihi içinde öldürülen üç şeyhülislamdan biridir.
HAFIZ MEHMET BEY; Trabzon milletvekiliydi. Mustafa Kemal’in en hızlı karşıtlarından biriydi. İzmir Suikastini tertipleyenlerin içinde yer alınca, yargılandı ve idama mahkûm oldu, cezası asılmak suretiyle yerine getirildi.
HALİS TURGUT; Nahiye Müdürlüğü ve kaymakamlık yaptı. Türk Ocaklarında etkin rol oynadı. İttihat Terakki Cemiyeti içinde yer aldı. Sivas milletvekili seçildi. İzmir Suikasti içinde yer aldığı tespit edilince, yargılandı ve idam cezası oldu. Cezası infaz edildi.
Kavalalı Mehmet Ali Paşa
Kavalalı Mehmet Ali Paşa
KAVALALI MEHMET ALİ PAŞA; Osmanlı Devletinin Mısır valisiydi. Hayli başarılı görevler yaptı. Meydana gelen Kölemen ve Hicaz’daki isyanları bastırdı. Padişahtan oğlunun Vali yapılmasını istedi, valilik verilmeyince Osmanlı’ya yani kendi devletine karşı isyan etti.  Mısır Hidiv’i oldu. Osmanlı Devleti Kaptan-ı Deryası Hain Ahmet Paşa, Osmanlı donanmasını Mısır’a götürüp teslim etti. Artık çok büyük güçtü Kavalalı Mehmet Ali Paşa. Osmanlı ile giriştiği savaşları kazandı. Sonraki askeri harekâtta Suriye’de yenildi. Ama yapılan antlaşma üzerine Mısır Kavalalı ailesine bırakıldı. Kavalalı Mehmet Ali Paşa İstanbul’a gelerek Padişah tarafından kabul edildi. Nedense “Hain” ilan edilmedi ve Kahire’de öldü.
KARA AHMET PAŞA; Arnavut’tu. Babası Mahmut Paşa ölünce onun yerine İşkodra Sancakbeyi oldu. Fırsat bulduğu anda Osmanlı’ya isyan etti ama affedildi ve tekrar İşkodra Sancakbeyi oldu. 1791 de bağımsızlık elde edebilmek için tekrar isyan etti ve üzerine gelen Osmanlı ordusunu yendi. Fakat kendisini destekler görünen bir kısım paşa tarafından esir edilip İstanbul’a gönderildi. III. Selim, Kara Ahmet Paşa’yı bir daha affederek İşkodra’ya gönderdi ise de Karadağlılarla savaşırken, tuzağa düşürülüp öldürüldü.
DEFTERDARZADE AHMET PAŞA: Babası da defterdardı, baba mesleğini devam ettirdi. Maliyede yetişti, çeşitli yerlerde valilik yaptı, 1656 da defterdar oldu. Aşırı derecede kibirliydi. Gözü yukarılarda olduğu için hep bir yerlere gelebilmenin arzusu içinde sadrazam olabilmek için uğraşıyordu. Bütün amacı Sadrazam Abaza Siyavuş Paşa’yı düşürmek ve yerine geçmekti ama olmadı. İnadı yüzünden ters düştüğü Şeyhülislam Mustafa Efendi’nin düşmanlığını kazandı ve tutuklanarak hapse atıldı. Babası Mustafa Paşa idam edilmişti, kendisi de aynı akıbete uğradı. Hiç kimseye ihanet etmediği halde aşırı derecede kibri ve pervasız hareketleri sonucu cellâdın elinden kurtulamadı ve idam edildi (1656)
HALICIOĞLU MEHMET PAŞA: Halıcızade Mustafa Paşa’nın oğlu ve iyi bir maliyeci idi. Üç kez defterdar olarak görevlendirildi. Herhangi bir ihaneti olmadı ama büyük yanlışı ve hatası vardı; “PARA”. Paraya ihanet etmişti. Yeniçeri ve Sipahilerin maaşlarını vermek için düşük ayarlı paralar bastırdı, durum anlaşılınca kızılca kıyamet koptu. Yeniçeri ve Sipahiler isyan başlattılar. İsyancılar Padişah IV. Mehmet’ten Başdefterdar Mehmet Paşa ile birlikte 30 kişinin kellesini istedi. Padişah istekleri kabul etmek zorunda kaldı. 30 kişi Yedikule Zindanına atıldı ve orada idam edildiler. Cesetleri Sultanahmet’te Gülhane Parkı karşısındaki Çınar ağacına ayaklarından asıldı. Bu olaya “Vaka-ı Vakvakiye” ya da “Çınar Vakası” denildi.
KIRIM HANI MAHMUT GİRAY; Kırım Hani Mahmut Giray Osmanlıya en büyük ihaneti yapanlardan biridir. Osmanlı devleti saflarında savaşlara katıldı, başarılar ve güven kazandı. Viyana kuşatmasında da görev aldı ama Sadrazam Kara Mustafa Paşa’ya kin beslediği için verilen görevi yapmadı. Kara Mustafa Paşa güç durumda kaldı ve kuşatmayı kaldırdı. Bu olay nedeni ile Sadrazam Kara Mustafa Paşa’nın boynu vurularak idam edildi. Esas hain olan Murat Giray’a ise hiçbir şey yapılmadı.
KARA MURAT PAŞA; Osmanlı devletinde “Ağalar Saltanatı”nı kuran adamdır. Pek çok başarı elde eden Kara Murat Paşa rakip gördüklerini yok etmekte de çok başarılı idi.  Sarayda çevirdiği entrikalarla Hazerpare Ahmet Paşa ile Padişah İbrahim’in öldürülmesini sağladı, yetmedi Sadrazam Yusuf Paşa’yı da öldürttü. Öldürmeye devam ediyordu ve Kaptan-ı Derya oldu. Kendisini bu göreve getiren İpşir Paşa’yı da idam ettirdi. Bütün bunlara rağmen eceli ile öldü.
NASUH PAŞA; Bir papazın oğlu iken devşirildi. Enderunda yetişti, Beylerbeyi olarak görev yaptı. Sultan I. Ahmet’in kızı Ayşe Sultan ile evlenerek saraya damat oldu. Damat olunca gücü de arttı fakat acımasızlığı ile de halkın nefretini kazandı. Kayın Pederi Sultan I. Ahmet’in aleyhine çalıştığı ve sultanın yakınlarından Hocazade Mehmet Efendi ile Hacı Sultani Mustafa Efendi’yi öldürttüğü anlaşılınca bu ihanetinin bedelini Padişah fermanı ile boğdurularak ödedi.
Dr. Nazım Bey
Dr. Nazım Bey
DR. NAZIM BEY: İttihat Terakki’nin fikir hocası ve çok önemli isimlerinden biriydi. Yurtsever ve çalışkan bir insandı. Açık ve gizli cemiyetlerin içine girerek onları örgütledi. Talat Paşa kabinesinde Maarif Bakanlığı yaptı. Mütarekeden sonra Avrupa’ya kaçtı. 1923 den sonra yurda döndü ve İzmir Suikasti ile ilgili görüldüğü için İstiklal Mahkemesinde yargılandı, idama mahkûm oldu, cezası infaz edildi.
ORHAN ÇELEBİ; Padişah I. Mehmet (Çelebi Mehmet)’ in oğludur. Taht kavgasında öldürüleceği korkusu ile Bizans’a sığındı. Şehzade Bizanslılar tarafından kullanıldı. Ordu kurup Osmanlı üzerine yürüdü. Yenilince tekrar Bizanslılara sığındı. Osmanlılar tarafından İstanbul’un kuşatılması sırasında Bizans ordusunda kumandan olarak yer aldı. Osmanlı askerlerinin kente gireceği zehabına kapıldı ve ele geçmemek için surların üzerinden kendisini atarak intihar etti.
YEĞEN OSMAN PAŞA: Namlı hainlerden biri olarak bilinir. İki kez büyük ihanette bulundu. Birinde Celali İsyanında isyancılarla işbirliği yaparak eşkiyalığa başladı ama affedildi. Affa uğradıktan sonra Belgrad Seferine katıldı. Savaş sırasında Avusturyalılara karşı cephe tutmasına rağmen savaşmadı kenti yağmalayıp kaçtı. Durumu öğrenen Sadrazam Bekri Mustafa Paşa, Yeğen Osman Paşa’yı yakalatıp boynunu vurdurdu.
PATRONA HALİL; Hamam tellâkı iken İmparatorluğu kan kusturan bir zorba oldu. Etrafına topladığı işsiz-güçsüz takımı ile isyan başlattı. İsyan kısa sürede yayıldı ve günlerce sürdü. İsyanın önlenebilmesi için ileri sürülen şartlar Sultan tarafından kabul edilince Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın eseri olan “Lale Devri” de sona erdi. İsyan karşısında Sultan III. Ahmet çaresiz kaldı ve isyancıların isteklerine boyun eğdi ve Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, Kaymak Mustafa Paşa, Saray Kethüdası Mehmet Paşa boğduruldu. Cesetleri Sultanahmet Meydanında bekleyen isyancılara gönderildi. Eden bulacaktı, öyle oldu. Patrona Halil Revan Köşküne çıkmak için giderken pusuya düşürüldü ve üzerine çullanan yeniçeriler tarafından öldürüldü.
RAİF İSMAL PAŞA; Sarayı Hümayünde yetişti. Çeşitli yerlerde valilik yaptı. I. Abdülhamit’i tahttan indirmek ve III. Selim’i Padişah yapmak istemesi üzerine Kıbrıs’a sürüldü ve Lefkoşa da boğularak öldürüldü.
DADAŞ RÜŞTÜ PAŞA; Milli mücadelenin güçlü komutanlarından biriydi. Valilikte yaptı. İzmir’de Mustafa Kemal’e karşı düzenlenen suikaste ismi karıştığı için yargılandı, idam cezası aldı ve cezası yerine getirildi.
DAMAT SALİH PAŞA: Şehzade Ahmet Kemalettin’in kızı ile evlenerek Saraya damat oldu. Mahmut Şevket Paşa’ya yapılan suikaste ve öldürülmesine karıştığı anlaşılınca yargılanarak idama mahkûm oldu ve asıldı.
SARI EDİP EFE;  Asker kökenli bir efedir. Milli mücadele sırasında efelerle birlikte hareket ederek Yunan işgaline karşı cephe tuttu. Değişik yerlerde kuvayi milliye olarak görev yaptı. Mustafa Kemal’e karşı İzmir’de yapılmak istenen suikastin içinde olması nedeni ile yargılandı ve idama mahkûm oldu, cezası asılarak infaz edildi.
ABAZA SİYAVUŞ PAŞA; güçlü bir sadrazamdı. IV. Mehmet’in tahttan indirilmesinde etkili oldu. II. Süleyman tahta çıkınca sadrazam oldu. Kendisinin sadrazam olmasını sağlayanları cezalandırmaya başlayınca, ocak ağaları kellesini istedi. Sultan II. Süleyman bu isteklere uyarak Abaza Siyavuş Paşa’yı sadrazamlık görevinden aldı. Bilahare konağına saldıran yeniçeriler tarafından paramparça edilerek öldürüldü.
ZİYA HURŞİT; Hemşin’de doğdu. Almanya’da mühendislik tahsil etti. Erzurum kongresine katıldı. Lazistan milletvekili oldu. İstiklal mahkemelerinde görev aldı. Mustafa Kemal’e İzmir’de yapılması planlanan suikastin tertipleyicisi olduğunu kendisi kabul ettikten ve mahkemece kanıtlandıktan sonra idama mahkûm oldu ve cezası asılarak infaz edildi.

ÇERKEZ ETHEM: Kafkasya’dan Türkiye’ye göçen eden Çerkez bir ailenin beş çocuğundan en küçüğüdür. Küçük Zabit Okulunu bitirdi ve orduya katıldı. Çürüksulu Mahmut Paşa’nın kumandanı olduğu kolordu ile Çatalca’ya çarpışmalarına katıldı. İki ağabeyi Tevfik ve Reşit Beyler subaydı.  Üçkardeş Teşkilat-ı Mahsusa’ya alındı ve değişik bölgelerde eylemlerde bulundu. Bu eylemler sırasında yaralanınca Bandırma’ya döndü. Maceracı bir kişi olduğu için kurduğu arkadaş grubu ile çeteciliğe başladı. İzmir’in Yunanlılarca işgali üzerine kurduğu çete ile İzmir Bölgesine gitti ve burada Yunanlılara karşı, diğer Efe grupları ile birlikte cephe tuttu. Padişah ve İngiliz yanlısı olan ve Milli Mücadeleye karşı çıkan Ahmet Anzavur’un üzerine giderek onu bozguna uğrattı. Anzavur kaçıp kurtuldu ise de Susurluk’ta ikinci kuşatmada da Çerkez Ethem’in çetesine yenilerek ağır darbe aldı. Bir süre sonra Düzce İsyanı başladı. Çerkez Ethem  isyan bölgesine koştu ve bu isyanı da bastırdı. Burada kurduğu mahkeme ile suçlu bulduğu elli iki suçluyu astırarak idam ettirdi. Adapazarı’ndan Ankara’ya doğru harekete geçen Kuvayı İnzibatiye kuvvetlerine saldırıp yürüyüşlerini akamete uğrattı. Bu başarılarından dolayı Ankara hükümeti tarafından kendisine “Kuvayı Tedibiye ve Kuvayı Seyyare” komutanlığı verildi. Çerkez Ethem durmak bilmiyordu. Milli Hükümetin en büyük vurucu gücü idi.  Bu kez Yozgat’ta Çapanoğullarının çıkardığı isyanı bastırmakla görevlendirildi. Acımasızca isyanın üzerine giderek, isyanı bastırdı ve kendi mahkemesini kurarak ibreti âlem için suçlu suçsuz pek çok kişiyi idam ettirdi. Ankara’ya döndüğünde efsane olmuştu. Krallar gibi karşılandı. Çerkez Ethem güçlendikçe güçlenmiş, insan sayısı beş bini aşmıştı. Kendi başına hareket eden bir güç haline gelmişti.   Ankara Hükümeti başta Mustafa Kemal ve İsmet Paşa olmak üzere düzenli orduya geçilmesini istiyordu. Çeteciler ordu emrine girecek ve ordu tek elden yönetilecekti. Çerkez Ethem bunu kabul etmediği gibi ağabeyleri ile birlikte Mustafa Kemal’e karşı olan “Yeşil Ordu” adlı oluşumun içinde yer aldı. Bütün uyarılara karşın kendi bildiğince hareket eden Çerkez Ethem’in yola getirilmesi ve etkisiz kılınması istendi.  İzzettin Çalışlar’ın kumandasında düzenli bir ordu birliği üzerine gönderildi. Çerkez Ethem yine uyarılara uymadı, silah bırakmadı, teslim olmadı ve savaşmayı tercih etti. Çerkez Ethem Çetesi düzenli orduya karşı tutunamadı ve dağıldı. Ethem’in çete mensuplarından bir kısmı düzenli orduya katıldı. Ethem ve çevresinde kalanlar Yunanlılarla birlik olup Türk birliklerine karşı savaştılar. Kütahya yakınlarında Refet Bele’nin kuvvetlerine karşı mücadele veren Çerkez Ethem başarılı olamadı ve birliği dağılınca Yunanlılara sığınarak Türkiye’yi terk etti. Almanya’ya gitti. Burada bir süre kaldıktan sonra Mısır ve Ürdün’e gitti. TBMM milli mücadelenin başarı ile sonuçlanması üzerine Çerkez Ethem ile ağabeyleri Tevfik ve Reşit Beyleri resmen “Hain” ilan ederek 150’likler listesine aldı. 1938 de Af çıktı, ağabeyleri Tevfik ve Reşit Beyler  Türkiye’ye döndü ama Çerkez Ethem dönmedi, Ürdün’de kaldı ve 1948 de orada öldü. Çerkez Ethem, “Büyük bir kahraman” olarak tarihte yerini alacakken, aldığı yanlış kararlar ve ağabeylerinin tahrikleri ile “Hainler” listesine girdi.
KABAKÇI MUSTAFA: Yeniçeri yamağı iken başkent İstanbul’u kana bulayan bir isyancı olarak ortaya çıktı. Sultan III. Selim yenilikçi taraftarı idi. O nedenle devlet düzeninde yenilikler yapmaya çalışıyordu. Yeniliklerden biri de Yeniçeri ordusunu kaldırıp yerine, daha düzenli olmasını istediği Nizam-ı Cedit Ordusunu kurmasıydı. Buna karşı çıkanlar da vardı ve bunlardan biri olan Sadaret Kaymakamı Köse Musa idi. Sedaret Kaymakamı Köse Musa yeniçeriler ile yeniçeri yamaklarını Nizam-i Cedit’e karşı kışkırttı. Yeniçeri ve yamaklar Kabakçı Mustafa’nın emri altında Çayırbaşı’nda toplanıp İstanbul üzerine yürüdüler. Haseki Ağası Halil Ağayı parçaladılar. Yeniçeriler diğer bölgelerden gelen yeniçerilerle birleşip Saray üzerine yürüdüler. III. Selim’i tahttan indirip IV. Mustafa’yı Padişah olarak tahta çıkardılar. Durumu haber alan Alemdar Mustafa Paşa, ordusu ile Balkanlardan geri dönerek İstanbul’a geldi. İsyancıları tepeleyen Alemdar Mustafa Paşa Saraya girdiğinde III. Selim’in öldürüldüğünü öğrendi. Bunun üzerine IV. Mustafa’yı tahttan indirip yerine II. Mahmut’u Padişah olarak tahta oturttu. İsyanı başlatan Kabakçı Mustafa’yı da Rumeli Feneri’nde yakalatıp öldürttü.

ŞEYH SAİT: Şeyh Sait babası gibi Nakşibendi tarikatına mensuptu. Medrese tahsili gördü. Şeyhliğini iyi kullandı ve kısa sürede mal mülk sahibi yani çok zengin oldu. Zengin ve şeyh olanın, sözü dinlendiğinde şöhreti arttıkça arttı. Cumhuriyet’in ilanı şeyhleri, ağaları rahatsız etti. Buna bir de yabancıların kışkırtmaları eklenince isyan başladı. İsyanın başında Şeyh Sait vardı. “Halife sınır dışı edilemez; hükümet dinsizdir; dinsizlik okullara girdi, Yolumuz din yoludur, Din elden gidiyor, Kadınlar çıplak geziyor, ey Muhammet ümmeti şeriattan ayrılma” slogan ve propagandaları ile halk kışkırtıldı ve isyan başladı. Şeyh Sait’in oğlu Ali Rıza sürekli İngilizlerle temas kurarak onlardan yardım istedi, bilgi alış verişinde bulundu. Ayaklanma Elazığ’ın Eğil bucağına bağlı Piran köyüne gelen ve asker kaçaklarını arayan Jandarmalara ateş açılması ile başladı, büyüdükçe büyüdü. Genç ili (Tunceli) isyancılar tarafından işgal edildi. Bunu Hani, Muş, Elazığ ve Diyarbakır izledi. Hükümet gücü Diyarbakır’a ulaştığında isyancılara karşı üstünlük kurdu ve ayaklanmayı başlatanlar ve ona destek veren Kürdistan Şurayı Devlet Reisi ve Teali Cemiyeti Reisi Seyit Abdülkadir ile arkadaşları tutuklandılar. Ve Şeyh Abdülkadir ile beş arkadaşı idama mahkûm oldular. Diyarbakır’da idam kararları infaz edildi. Asilerin üzerine gidilmeye devam edildi Şeyh Sait ile adamları Varto’nun güneyinde yer alan Cartuh köprüsünde kıstırılarak yakalandılar. İstiklal Mahkemesinde görülen dava sonunda Şeyh Sait ile 47 arkadaşı idama mahkûm oldular, cezalar Diyarbakır’da infaz edilerek isyan tamamen bastırıldı.
ŞEYH SEYİT RIZA:  Abasan Aşireti Reisiydi. Genç’te (Dersim-Tunceli)  pek çok aşiretten en güçlüsünün şeyhi idi. Aşiretler düzene uymak istemediğinden huzursuzluklar çıkarıyorlardı. Askere gitmek istemiyorlar, vergi vermemek için direniyorlardı.  Bu sıralarda şehre hareketlilik getirecek olan Singeç köprüsünün açılışı yapılacaktı. Açılışı Atatürk yapacaktı.  Gelen isyan haberi üzerine Atatürk bölgeye gitmekten vazgeçti. Şeyh Şeyit Rıza’nın adamları, köprüyü korumakla görevli olan Karakol’a baskın vererek 33 askeri şehit ettiler. Ayrıca Sin karakolu basıldı. 9. Seyyar Jandarma karakoluna baskın verildi pek çok asker şehit edildi. Mazgirt köprüsü de tahrip edildi. Hükümet güçleri üç kolordu ile olaya müdahale etti. Askeri müdahaleye uçaklarda katıldı ve isyan bastırıldı (1937). Hükümet Kuvvetleri tarafından Şeyh Seyit Rıza tutuklandı ve İstiklal Mahkemesinde yargılanarak 6 arkadaşı ile birlikte idam cezasına çarptırıldılar, cezaları infaz edildi. İsyanı devam ettirmek isteyen küçük grupların mücadelesi ise 1948 yılına kadar devam etti.
Böyle ve bunlara benzer onlarca olay meydana geldi. Bu olayların kimi doğrudan devlete karşı, mevcut hükümete yani yönetime karşı, bazıları yetkili şahıslara yani; Padişaha, Sadrazam’a, Cumhurbaşkanına karşı yapıldı. Bazı olayların doğrudan ihanet olarak yapıldığı ve yapanın hain olduğu tartışılmadı.  Ama bazılarının hala sırrı çözülebilmiş değil!  İhanet etmiş midir, hain midir, yoksa kurban mıdır hala tartışılmakta, daha doğrusu tartışılmak istenmektedir.
Şu hususu da belirtmekte yarar vardır zannediyorum. Bilhassa Ulusal Kurtuluş Şavaşı sırasında, bilhassa Yunan işgalinin başladığı sırada, henüz düzenli ordu yok iken cephe tutan, Ege tarafındaki efelerle anlaşarak cepheyi genişletip düşmana karşı koyan, Ankara hükümetine karşı başlatılan isyanları bastıran, padişah’ın görev vererek Ankara hükümetine karşı gönderdiği Kuvayi İnzibatiye’yi dağıtan, Anzavur Ahmet’in güçlerini yenen Çerkez Ethem’in durumunun tarihçiler taraından yeniden ele alınması gerekir diye düşünüyorum. Kardeşlerinin tahriklerine kapılmış ve düzenli orduya geçmeyi reddetmiş, bu yolda verdiği mücadelede yenileceğini anlayınca Yunanlılara sığınmış, “Halk Kahramanı” olabilecek iken hain durumuna düşmüş ya da düşürülmüş Çerkez Ethem’in aklanması, itibarının iade edilmesi için tarihçilerin harekete geçmesi, TBMM nin de buna bir çare bulması düşünülemez mi?
Yazan İbrahim Balcı

NOT;
Ülkenin başınra bela olan PKK ve onun Lideri Binlerce insanın, katili APO’ya (Abdullah Öcalan)methiyeler düzüldüğü günümüzde, bir de Kürt açılımından sonra, İmrali ve Kandil görüşmeleri ile adamı uluslararası müzakereci durumuna getirenler hain değil mi? Onu aklamak, onu topluma kazandırmak, hapisten çıkarmak için çabalayanlar hain değil mi? Onu çözümün baş aktörü kabul edip de ayağına kadar giderek yardımcı ol d iyen hain değil mi? Hal böyle iken Milli Mücadele sırasında, bilhassa Yunan işgalinin başladığı günden, Düzenli ordu kurdulana kadar ölümüne bir mücadele veren Çerkez Ethem Vatan haini oluyordu, APO neden olmuyor. Belki de Apo’ya yakın bir gelecekte yeni imkanlar sağlanacak, belki de onun önderliğinde özerklik verilecek! Hal böyle iken ÇERKEZ ETHEM bunca yıl geçtikten sonra neden AKLANMASIN, İtibarı iade edilmesin! Biraz da bu iş için atağa geçilse olmaz mı?
İbrahim  Balcı
.