31 Aralık 2015 Perşembe

BİNGÖL KATLİAMI '' PKK İLK TOPLU KATLİAMI 33 ŞEHİT TRT BELGESELİ ''




BİNGÖL KATLİAMI ''  PKK  İLK TOPLU KATLİAMI 33 ŞEHİT TRT BELGESELİ ''




BİNGÖL KATLİAMI İLK 33 ŞEHİT TRT 1993



TRT  BELĞESELİ  İZLEMEK İÇİN

https://vimeo.com/29375966



24 Mayıs 1993 günü PKK’nın Elazığ-Bingöl karayolunu keserek şehit ettiği 33 erimizle ilgili dosya, Faili Meçhul programıyla TRT Haber ekranına geliyor… Programda; 33 erimizin şehit edildiği günlerde Meclis gündemine getirilmesi planlanan bir af tasarısından söz ediliyor ve olayın ardından bu tasarının rafa kaldırıldığı vurgulanıyor. Programda yer verilen Bingöl dosyasındaki bilgilere göre; 1993 yılı Mayıs ayında Malatya; hem acemi eğitim dönemini bitiren askerlerin Doğu ve Güneydoğu’daki askeri birliklerine gitmeleri, hem de tezkeresini alan veya izne giden askerlerin Batı illerine gitmeleri için bir toplanma yeriydi. Terörün yoğunluğu sebebiyle askerler tek başlarına gönderilmiyor, topluca yola çıkarılıyordu…
24 Mayıs 1993 günü, Malatya’da toplanmış olan toplam 582 jandarma eri minibüs ve otobüslerle gönderilecekti. O gün sabah saat 04.30’dan öğle saat 13.00’e kadar 16 ayrı minibüs ve otobüsle bu askerler yola çıkarıldı… Malatya’dan Elazığ ve Bingöl istikametine doğru gitmek üzere saat 12.00’de çıkan minibüste 21 er, 13.00’te çıkan minibüste ise 28 er vardı. Bu asker sevkiyatlarında erler sivil elbiseliydi ve araçlarda silahlı askerler bulunmuyordu. Normalde bu sivil ve silahsız askerlere önden ve arkadan silahlı askeri araçların refakat etmesi gerekiyordu, ancak bu askeri konvoy yöntemi o gün uygulanmadı. Bingöl’de şehit olan 33 er tam 27 yıldır Türkiye’ye karşı yürütülen terör savaşının şehitleri olarak 24 Mayıs 1993 günü Bingöl’de toprağa verildi… Uğur Mumcu suikastı, Orgeneral Eşref Bitlis’in uçağının düşerek ölmesi, Adnan Kahveci’nin ölümü, Turgut Özal’ın ölümü, Sivas Madımak olayı ve ardından Başbağlar katliamı gibi olaylarla siyasi tarihimize kaos yılı olarak geçen 1993’ün Mayıs’ında PKK Tuzağına düşen 33 erimizin işte böyle bir hikâyesi var… Onların vurulup toprağa düştüğü yerde şimdi 33 metre büyüklüğündeki direğin tepesinde ay yıldızlı bayrak dalgalanıyor

ÖZEL  NOTUMDUR..

VİDEOYU SEYREDERKEN ŞUNLARI DÜŞÜNÜN TERÖRÜ ÖNLEMEKLE MÜKELLEF SİYASİLER BAKIN NELER YAPMIŞLAR..VE KİMLER TERÖR MÜCADELESİNDE ŞEHİT EDİLMİŞTİR.. ( DAĞDAN İNİN DÜZ OVADA SİYASET YAPIN ? ADA TAHSİSATI? İDAMIN KALDIRILMASI ? EŞREF BİTLİS ŞEHİT EDİLMESİ.!! PKK LILARA PİŞMANLIK YASASI ÇIKARILMASI ? O DÖNEMİ YAŞAYANLARIN BİZZAT İFADELERİYLE ŞEHİT HABERİNİN GELMEYECEĞİ 2016 YILI DİLERİM.. SAYGIYLA  

( TANER ÇELİK ... 31 12 2015 )  

..

29 Aralık 2015 Salı

SAHTE ULUSALCILARI & SİYASETÇİLERİ TANIYALIM 8



SAHTE ULUSALCILARI & SİYASETÇİLERİ TANIYALIM 8




Obama ve Sahte Atatürkçüler




İnan Kahramanoğlu,

“Atatürkçü Obama”!

Obama'cı Cumhuriyet Gazetesi












Obama'cı Cumhuriyet Gazetesi


Cumhuriyet gazetesi Obama’nın ziyareti boyunca verdiği mesajları o kadar çarpıtarak verdi ki, okuyanlar Obama’nın AKP’nin ipini çekmek için Türkiye’ye geldiğini zannedeceklerdi neredeyse.


Obama’nın iki günlük Türkiye ziyareti ile bir kez daha ortaya çıktı ki, içimizdeki Amerikanofillerin sayısı hiç de azımsanacak gibi değilmiş. Ve bazılarının içindeki Amerika aşkı gerçekten de bambaşkaymış.
Obama Türkiye gibi dünyada Amerikan karşıtlığının en yüksek olduğu bir ülkeye gelirken böylesine bir hüsnü-kabulle karşılanacağını bekliyor muydu bilinmez ama herhalde Türkiye’nin bu özelliğinin yanı sıra işbirlikçisi bol bir memleket olduğunu da söylemiştir birileri. Söylemedilerse adam kendisi bizzat görmüş oldu.
Obama’nın ziyareti sırasında ulusalcılar da dahil olmak üzere sevinç gösterilerinde dozu kaçıran pek çok kesim vardı. Obama’yı yağlamak için sıraya girenler arasında dudak uçuklatacak cinsten diyebileceğimiz tespitse Fatih Altaylı’dan geldi;“Atatürkçü Obama”!

Şimdi buna güler misin, Ağlar mısın?

Fatih Altaylı şaka filan değil, son derece ciddi bir biçimde şöyle yazmış: “ Anıtkabir’de yazdıkları ve bu konuşmasıyla Atatürkçü olduğunu gösterdi ”

Bizimkilerin bu Amerikan seviciliğini yalnızca Obama’nın başkanlık koltuğuna oturmasından sonra estirilen “ Değişim ” le açıklamak da mümkün değil. Öyle olsa belki anlaşılır bir durum deyip geçebilirdik. Ama dedik ya, durum hiç de öyle değil. Bugün Obama’ya güzelleme düzenlerin hemen tamamı daha önce Bush, ondan önce de Clinton için aynı şeyi yapıyorlardı. Clinton, biliyorsunuz, Türkiye’ye geldiğinde kucağına aldığı küçük bir çocuğa burnunu sıktırmıştı da gazete ve televizyonlarda aylarca bundan bahsedilmişti.

Bush’un ziyareti esnasında da yine pek bir şey değişmemişti. Gerçi Bush Amerikan emperyalizminin en saldırgan döneminde ve Irak işgalinin en kanlı günlerinde koltukta bulunduğu için azıcık daha mesafeyle karşılanmıştı ama Amerikancılarımız onu da boş geçmemişlerdi.Buna rağmen Amerikanofillerimiz toplum olarak tarihsel hafızamızın pek de kuvvetli olmamasına güvendiklerinden olsa gerek “Kötü çocuk Bush gitti, iyi çocuk Obama geldi” şeklinde özetleyebileceğimiz bir yaklaşımla açıklamaya gayret ettiler Obama’ya olan derin muhabbetlerini.

Ulusalcıların Obama aşkı


Tuncay Özkan'ın Obama'ya mektubu













Tuncay mektubuna bilindik tebrik cümleleriyle başlamış ve İlhan abisi gibi Obama’ya gaz vermeye girişmiş: “Size inanmak, güvenmek, Türkiye ve Amerika’nın barış kültürüne, medeniyete, insan uygarlığına el ele katkı sunmasını görmek istiyorum” Evet Tuncay böyle diyor; Amerika’yla birlikte dünyaya medeniyet götürecekmişiz!


Ama birileri, hatta tüm toplum unutsa bile tarih unutmuyor. Bugün Obama’ya yapılan övgüleri aynı çevreler yıllardır bütün ABD başkanları için tekrarlıyorlar.
Tabii Obama biraz daha “renkli” bir kişilik olarak görüldüğü ve iyi bir imaj mamülü olduğu için methiyede ölçüyü kaçıranların sayısı daha fazla oluyor sadece. O kadar ki, Obama’nın Ayasofya çıkışında gördüğü kediyi sevmesini bile manşetlere taşıdı necip Türk basınımız. E ne yapsın adam, hep Amerikancı köpekleri sevecek değil ya, bırakın biraz da kedi sevsin!
Obama’nın Türkiye ziyaretinde sadece Tayyip ve Gül’le değil muhalefet liderleriyle de görüşeceği açıklanmıştı. Tabii bu görüşme isteği hemen büyük bir nezaket örneği olarak gösterildi ve muhalefet kulislerini hareketlendirdi. Ancak Obama’nın niyeti muhalefeti grup halinde aradan çıkarmaktı. Onurlu muhalefet liderleri içinse kabul edilemez bir durumdu bu! Nihayetinde Obama’nın hepsini teker teker kabul edeceği açıklanınca bu küçük pürüz de temizlenmiş oldu. Obama aynı gün içinde bütün muhalefeti sıraya dizdi ve bu performansıyla da ayrıca alkış topladı.
Amerikancı liderlerimizin, Amerikancı, Kürtçü ve liberal çevrelerin Obama’yla hasbıhale bu kadar meraklı olmasına pek şaşırmadık doğrusu, ama ulusalcı cenahın bu Amerikancı ittifaktan bile hızlı çıkıp Obama’ya seranat çekmesi gerçekten de görülmeye değerdi. Daha düne kadar meydanlarda “Ne ABD, Ne AB, Tam bağımsız Türkiye” sloganı atan kitlelere öncülük etmeye çalışanların aslında ne kadar acınacak durumda oldukları da ortaya çıkmış oldu böylece. CHP lideri Baykal ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun baş başa verip Obama’nın “değişim” formülünü CHP’ye uygulayacaklarını açıklamaları ve özellikle Cumhuriyet gazetesinin Obama’nın gelişini selamlayıp tezahürat ekibine katılması en çok göze çarpanlardı.
Cumhuriyet gazetesi Obama’nın ziyareti boyunca verdiği mesajları o kadar çarpıtarak verdi ki, okuyanlar Obama’nın AKP’nin ipini çekmek için Türkiye’ye geldiğini zannedeceklerdi neredeyse.
Cumhuriyet’in ziyaretin ilk günündeki manşeti “laik demokrasi vurgusu” oldu ve “Obama’nın Atatürk’ün mirasını övdüğü” söylendi. İkinci gün ise Obama’nın Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemesi manşetteydi ve başlık bu kez Obama’nın “Türkiye’yi üye yapın” çağrısıydı. Böylelikle Cumhuriyet sadece Amerikancılık yapmayıp, “AB’cilikte de sınır tanımam” mesajı veriyordu adeta.
Obama’nın Meclis’te yaptığı konuşma aslında son derece açıktı ama buna rağmen farklı gazetelerde birbirinden çok farklı yorumlara yol açtı. Çeşitli çevreler tam da Cumhuriyet’in yaptığı gibi Obama’nın açıklamalarında kendi işine gelenleri cımbızlayıp haberleştirmeyi tercih ettiler. Ancak bu farklı yorumlar oldukça çelişkili bir durum da yaratmadı değil. Örneğin; Yeni Şafak başta olmak üzere Şeriatçı basın Obama’nın “İslam’la savaşmayız” mesajlarını manşete taşırken Cumhuriyet Ilımlı İslam projesinin artık yolun sonuna geldiğini yazıyordu. Fikirler farklılık gösteriyordu belki ama Obama hayranlığı ve Amerikancılık hepsinin ortak paydasıydı. Bu da Türk siyasetinin kısa bir özetiydi aslında; sağından soluna bütün siyasetler aslında tek bir Amerikancı programın savunucularıydı. Obama’nın gelişi belki de en çok bu gerçeği görmek açısından önemliydi. Cumhuriyet’in sorduğu şekilde sormak gerekirse “Amerikancıların farkı ne”demek belki daha da gerçekçi olur. Zira Obama’nın Bush’tan hiçbir farkı olmadığı ortada ama, asıl sorulması gereken Amerikancı muhalefetin ve iktidarın aralarında bir fark olup olmadığıydı. Obama’nın ziyareti bir kez daha gösterdi ki aralarında bir fark yokmuş.

Ulusalcılığın Sefaleti; “ Onu alma, Bizi al Obama”

Amerikancıları bir kenara bırakalım ama ulusalcılarımızın Obama hayranlığı gerçekten de utanç verici boyutlara ulaştı. Özellikle Cumhuriyet gazetesinin birinci sayfadan verdiği değerlendirme yazıları buram buram Amerikancılık kokuyordu. “Obama’nın Farkı ne” ve “Obama farkı” başlıklı bu iki değerlendirme yazısında “Başkan Obama Türkiye’ye hoş geldi sefa geldi” deniliyor ve hemen ardından da Obama’dan beklentiler sıralanıyordu. Bu aslında ulusalcıların uzun zamandır AKP’yi yıkmak için ABD desteğini arkalarına alma niyetinin bu kez açıkça ortaya konmasından başka bir şey değildi. Kurgulanan senaryoya göre ABD, Şeriatçı AKP’ye karşı laik cepheyi destekleyecek, ve böylelikle AKP’den kurtulmuş olacaktık. Tabii ABD binbir itina ile iktidara taşıdığı ve yıllardır her türlü konuda da tam bir işbirliği içinde olduğu AKP’den niye desteğini çekecek, ya da diyelim ki bu desteği çekti, neden laik cepheyi tercih edecek, bu soruların mantıklı bir cevabı yok. Ama esas sorun bu da değil. Sorun şu; bugün kendisini ulusalcı olarak lanse eden kesimlerin hiçbirisinin ABD’den icazet almadan herhangi bir iş tutucak cesaretleri yok. Bu açıkça görülüyor. Öyle ki, AKP karşıtı muhalefet kendisini ABD’den alınacak bir desteğe endekslenmiş durumda. Bu tür bir ulusalcılığın AKP’den kurtuluş formülü de Obama’yı yağlayıp “onu alma, beni al” demekten öteye gidemiyor ne yazık ki. Demek ki, ABD istemezse ömür billah AKP ile yaşayacağız! Bu da ulusalcıların sefaleti değilse nedir?

Amerikancı ama laik!

Bu sefalet Cumhuriyet sayfalarında hem de açık açık yazılmış: “Başkan Obama’nın Türkiye’nin laik düzenine karşı bir tasarımın dışında kalmasını bekliyoruz. Amerika’nın uzun vadeli çıkarları da bunu gerektiriyor.. Başkan Obama Türkiye’ye hoş geldi sefa geldi… Biz konuğumuzun eski başkan Bush’tan farkını bu ziyarette görmek istiyoruz”
Neresinden başlasak acaba? Bir kere ABD’nin Kürt-İslamcı tasarımı doğrultusunda kurulup iktidara taşınan ve yedi yıldır açıkça desteklenen AKP iktidarından ABD neden vazgeçecek? İkincisi; laiklik acaba ABD’nin umurunda mı? Öyle ya, adamların böyle bir derdi olsa Ortadoğu’da onca Şeriatçı şeyhlikle iş tutmazlardı. ABD’nin en sadık destekçisi Şeriatçı Suudi Arabistan değil mi?
Ayrıca “ABD’nin uzun vadeli çıkarları da bunu gerektiriyor” ne demek? Nereden biliyorsunuz? Soran mı oldu? ABD’nin çıkarları açısından neyin iyi neyin kütü olduğuna acaba ne zamandır İlhan Selçuk karar veriyor?
“Başkan Obama hoş geldi, sefa geldi” kısmını isterseniz değerlendirmeye bile almayalım. Hatta duymamış, görmemiş olalım. Ama Bush’la Obama arasında ne fark varmış, bunu gerçekten merak ediyoruz. Kaldı ki İlhan Selçuk, Bush’un Türkiye’yi ziyaret ettiği günlerde de aynı beklentilerini Bush’a açık mektuplar yazarak iletmişti. Demek ki, O da aralarında pek bir fark görmemiş; ha Bush ha Obama, ikisine de aynı mektuplar, aynı istekler, aynı vaatler. Ama ille de bir fark aramak gerekiyorsa fark şu; Obama’ya verilen gaz bir hayli fazla. Bizimkiler Obama’yı gazlayıp, “sen Bush’tan farklısın, onun yaptıklarını yapma” diyorlar.
Ama Obama Ermeni meselesi ve Ruhban Okulu başta olmak üzere pek çok konuda Bush’a bile rahmet okutacak açıklamalar yaptı ve bizimkilerin hevesi daha başta kursaklarında kaldı.
Ancak bunun bile bizimkilerin Obama aşkına mani olamadığını görüyoruz. Şu sözler Cumhuriyet’in Obama’dan beklentilerini sıraladığı değerlendirme yazısından: “Ancak Obama’nın eski başkan Bush’tan bir farkı olmalı ve ılımlı İslam devleti gibi bir projeden vazgeçtiği duyumsanmalı”.Tabii hemen, emredersiniz. Cumhuriyet istedi ya, Obama hemen AKP’yi tepetaklak edecek ve Atatürkçü bir iktidara kavuşacak Türkiye. Buna kargalar bile güler ama ne yaparsınız, ülkenin “en Atatürkçü” isimlerinin ülkenin “en Atatürkçü” gazetesinde yazdıkları ne yazık ki bunlar. Bu da Türkiye’nin en büyük talihsizliği değilse nedir?

Ha, farzedelim ki, Obama AKP’den desteğini çekti ve bizimkilerin kurguladığı gibi laik cepheyi destekleme kararı aldı, bunun sonucu ABD’nin bölgesel sömürgeci projelerinin bu kez ulusal güçler vasıtasıyla yürütülmesinden başka ne olabilir? Yani AKP yıkılacak ve laik bir iktidar kurulacak ama Türkiye sözde Ermeni soykırımını kabul edecek, Kürdistan’ı tanıyacak, patrikhanenin ekümenikliğini tanıyacak, PKK ile masaya oturacak …Bu aslında AKP’nin iktidarda kalmasından daha kötü bir seçenek değil mi? Düşünsenize Türkiye’nin parçalanması ve paylaşılması planının Atatürkçü-milliyetçi bir iktidar eliyle uygulandığını. Bu, toplumdaki mevcut direnme potansiyelinin de tümüyle yok edilmesi demek olur ki, gerçekten de en kötü seçenek budur.

Ama yine de kimse heveslenmesin; ABD kiminle iş tutacağını çok iyi bilir ve asla ama asla ulusalcı bir iktidarla iş tutmaz. Bu iki kere iki dört kadar kesindir. Nasıl bu kadar kesin konuşuyorsunuz derseniz; İlhan Selçuk, Bush’a da zamanında mektuplar döşenip “AKP’yi değil bizi tercih et” çağrılarında bulunmuştu ama sonuç hüsran olmuştu. 15, 16 ve 18 Kasım 2006’da İlhan Selçuk’un köşesinden Bush’a seslendiği mektuplarında bugün Obama’ya yaptığı çağrıların aynıları vardı. 

15 Kasım tarihli mektubunda İlhan Selçuk, Bush’a “ Ortadoğu’da Türkiye’yi kullan ” Çağrısı yapıyordu:“ 

Bush, Ortadoğu’da bir yeni istikrar arayışına yönelmek zorundaysa bu işe Türkiye’den başlaması aklın yoludur. 
(...) Amerika kaş yapayım derken göz çıkarıyor... Bugün ülkemizde Amerikan aleyhtarlığı görülmemiş biçimde yoğunlaştı, dinciler–iktidar dışında-ateş püskürüyorlar, ulusalcılar dincilerden geri kalmıyorlar. (...) Ortadoğu cehennem... 

Bu cehennemde ne yapacağını şaşıran Başkan Bush’un Türkiye’de dincilik ve bölücülük siyasetlerini bir yana bırakarak Atatürk’ün laik Cumhuriyetini Ortadoğu’da bir denge unsuru gibi düşünmesi gerekiyor...

” 16 Kasım tarihli mektup ise daha açık bir şekilde Ortadoğu’da “ABD çıkarları için yeni bir iktidara ihtiyaç olduğu ” vurgusu taşıyordu: “ Bush yönetimi ne yapmalı?.. Bir yandan Ilımlı İslam Devleti tasarımında dinci iktidarı, öte yandan terör örgütü PKK’yı kullanarak Türkiye’yi sıkıştıran Başkan Bush bu tutumundan vazgeçmelidir; zararın neresinden dönerse dönsün, kârdır... AKP’nin toplum temelinde oy desteği zayıflıyor, geriliyor; ülkede Amerika düşmanlığı yükseliyor, yoğunlaşıyor... ABD’nin Ortadoğu tasarımında ‘revizyon’a, Türkiye’de ise yeni bir iktidara gerek var!..”

Ergenekon tertibi bile ulusalcıların Amerikancılığını yok edememiş
Bunca çabalamaya rağmen, aradan geçen zaman Bush’un İlhan Abi’yi pek de iplemediğini gösteriyor zira bu süreçte ABD, AKP’den desteğini çekmeyi bırakın, bir de Ergenekon tertibini uygulamaya sokarak İlhan Selçuk’un da sanık olarak yargılandığı bir tasfiye operasyonunu da büyük bir hızla uygulamaya soktu. Ordu ve toplumun Atatürkçü kesimleri bu operasyonla o derece pasifize edildi ki, bugün sokağa çıkıp eylem yapmayı bırakın, Atatürkçüyüm demek bile neredeyse suç haline geldi.

Peki bunların müsebbibi kim; ulusalcıların “bizi tercih et” diye yalvardıkları ABD ve başkanı Obama değil mi?

Bu da sefilliğin daniskası değil mi aslında. Adam kalkmış Ordu’nu yok etmek için seni de içine alan bir komplo kuruyor ama sen yine de adamın elini ayağını öpüyor, “medet ya Obama” diyorsun hâlâ. Gerçekten de utanç verici bir durum. Sonunda ölüm bile olsa insan en azından onuruyla ölür, ama bu kadar acizlik, hele hele bir de Atatürkçülük adına yapılıyorsa bunu sineye çekemeyiz, kimse kusura bakmasın!

Tuncay da Silivri’den Amerikancı koroya katıldı

Ulusalcılık gibi temelinde Amerikan karşıtlığı olması gereken bir duruşun bu denli Amerikan muhibbi olması gerçekten de düşündürücü. O kadar ki, Ergenekon tertibi bile ulusalcıların Amerikancılıklarını öldürmeye yetmemiş. Türkiye AKP iktidarına nasıl mahkum edildi, bugün AKP karşıtı muhalefet niçin başarılı olamıyor diye merak ediyorsanız, işte tam da buraya bakmak gerekir. Amerikancı bir ulusalcılık Türkiye’yi kurtarayım derken aslında bir çuval inciri berbat etmiş ve Türkiye’yi ABD-AKP cephesine teslim etmiştir. AKP aslında bu “ulusalcı” Amerikancılarımızın Türkiye’ye hediyesidir. Bu Amerikan muhipleri arasında birisi var ki, onu anmadan geçmek olmaz. Malum kişi; Tuncay Özkan. Nam-ı diğer Zübük Tuncay.

Zübük biliyorsunuz “beni de alın, beni de alın” diye yeri göğü inlettikten sonra nihayet muradına ermiş ve içeri alınmıştı.

Ama Zübük bu durur mu, bu seferde kalkmış Silivri Cezaevi’nden Obama’ya mektup yazmış, Amerikancı koroya katılmış. Ancak bu durum belki de hayırlı olur zira ilk kez kendi küçük taraftar grubundan da Tuncay’a veryansın edip “bu kadar da olmaz” diyenler çıkmış. Hadi hayırlısı. Tuncay mektubuna bilindik tebrik cümleleriyle başlamış ve İlhan abisi gibi Obama’ya gaz vermeye girişmiş: “Size inanmak, güvenmek, Türkiye ve Amerika’nın barış kültürüne, medeniyete, insan uygarlığına el ele katkı sunmasını görmek istiyorum”

Evet Tuncay böyle diyor; Amerika’yla birlikte dünyaya medeniyet götürecekmişiz! Belki yakında Irak’a olduğu gibi İran’a da medeniyet götürür Amerika ve bakarsınız bu sefer biz de onlarla el ele gönül gönüle katılırız bu işe, ne dersiniz!Ancak Tuncay’ın da hevesi kursağında kalacak gibi zira gönderdiği mektup Obama’ya ulaştı mı, orası bile meçhul.

Dolayısıyla Tuncay için içerden çıkmanın tek bir yolu kalıyor. Biliyorsunuz Tuncay “Apo’yu destekliyorum” diyerek Apo’nun Kürt sorunun çözümü için kullanılabileceğini söylemişti daha önce. Şimdi Obama’nın gelişiyle birlikte Apo’nun içerden çıkıp Meclis’e girme ihtimali de güçlendi. Dolayısıyla Apo yarın Meclis’e girdiğinde belki eski dostu Tuncay’ın bu desteğini karşılıksız bırakmaz, onu çıkarmanın bir yolunu bulur. Bir de bağımsız Kürt devleti kurulursa bakarsınız Tuncay Roj TV’de “anchorman” olarak işbaşı bile yapabilir. Olmaz olmaz demeyin! Söz konusu Tuncay’sa gerisi teferruattır.

“Obama Defol” diyebilmek

Güzel Türkçemizde güzel bir söz vardır; “güleriz ağlanacak halimize” diye. Ulusalcılarımızın iflah olmaz Amerikancılıkları bundan daha iyi açıklanamaz herhalde.

Türkiye ABD’nin BOP projesi içinde bölünüp parçalanırken, bir yanda Ermeni soykırımı iddiaları, bir yanda kürt devleti, bir yanda PKK terörü derken ve bir taraftan da cumhuriyetin temel direklerinden Türk ordusu Ergenekon türü uydurmalarla tasfiye edilirken; ülkeyi kurtarmak adına, Atatürkçülük adına ortaya çıkıp liderlik yarışına girenler bütün bu planların baş tertipçisi ABD başkanını görünce süt dökmüş kediye dönüyorlar. ABD’ye yaranmak için, küçük bir destek koparmak için kırk takla atıyorlar. Bu durumda, belki kızanlar da olacaktır ama, bunları nasıl Atatürkçü kabul edebiliriz, Türkiye’yi bu bataktan bunların çıkaracağına nasıl inanabiliriz?

Mustafa Kemal, Osmanlı’nın işgal edildiği dönemde o günün mandacılarına bakıp “Bir kişi de çıkıp ya istiklal ya ölüm diyemiyor” diye isyan etmişti. Şimdi dünün mandacılarının torunları, bugünün sözde ulusalcıları da aynı şeyi yapıyorlar. Birisi bile çıkıp Obama Defol ” diyemiyor. Ama biz mandacıların değil Mustafa Kemal’in çocuklarıyız ve hiç kıvırtmadan, hem de bütün gücümüzle bağırıyoruz; Obama defol!

(Sayı 232, 13/04/2009)

http://www.turksolu.com.tr/sehit/secmeulusal8.htm


..

SAHTE ULUSALCILARI & SİYASETÇİLERİ TANIYALIM 7




SAHTE ULUSALCILARI & SİYASETÇİLERİ TANIYALIM 7



Soner Yalçın'ın  Irkçılığı ve Kürtseverliği.,

Ali Özsoy
Bir numaralı ırkçı Soner












Soner Yalçın





















Hatırlanacağı gibi Soner’in Masa tv’si TÜRKSOLU’nu ırkçılık ile suçlamıştı. Gerekçeleri de TÜRKSOLU’nun Kürt istilasıyla ilgili tezleri gündeme getirmesiydi.


Abdullah Öcalan ve Yalçın Küçük












Doğu kendini Atatürk zannetmeye başladı. Yalçın Küçük ulusalcılık şampiyonu oldu. Soner Yalçın ise Sabetayist delisi… Ama istisnasız hepsi bir şekilde hâlâ Abdullah Öcalan’ı savunuyor. Bu ancak Kürtler arası bir hizip ve fraksiyon çatışmasının işareti olabilir. Ya da çok daha kestirme bir yanıt verelim. Apo dâhil hepsi aynı “masa”dan… 

Aslında ırkçılık suçlaması son yıllarda Türkiye’de son derece yaygın… Bu suçlamanın muhatabı genellikle Türkler… Ama işin ilginç yanı bu ithamda bulunanların kendilerinin genellikle Kürt veya Ermeni ırkçısı olmaları ve çok azgın birer Türk düşmanı olmaları…
Bu kesimlerin iddialarına göre Türkiye’de bir Türk ırkçılığı var ve hızla büyümekte. Ancak ne hikmetse Türkiye’de öldürülenler, teröre kurban gidenler, ırkçı mafyaya haraç ödeyenler hatta 1000 yıllık köyünü, mahallesini terk etmek zorunda kalanlar yine Türkler.
Soner Yalçın da Türklere yönelik ırkçılık suçlamasını tekrar edenlerden biri… Bu da artık insana insaf dedirtiyor.
Soner, sen Türkiye’deki Yahudi düşmanlığını körükleyen, Sabetayist histerisini başlatan, 1940’ların Nazi çılgınlığından sonra ilk kez insanları soy-sop avcılığına teşvik eden adam değil misin?
Irkçılık ithamı herhalde en son senin ağzına yakışıyor.
Soner tam bir ırk “bilimci”dir. “Efendi” isimli iki ciltlik kitabında tüm Osmanlı tarihini tarikatların mücadelesi, tarikatların tarihini de Yahudi ırkının “sızması” çerçevesinde incelemiştir.
Bu yolda kendisinin baş yol göstericisi yine Yahudilere kafayı takmış olan Yalçın Küçük’tür. O da “Tekelistan” isimli bir kitap yazmış, bu kitapta sözde Türkiye’yi yöneten tekelci Yahudi gücünü ortaya çıkarmıştır.
Tekelistan deyince insanın aklına büyük sermaye grupları ve tekelci finans kapital gelebilir. Zannetmeyin ki Soner Yalçın ve Yalçın Küçük sınıfsal analiz yapıyor, Türkiye’de büyük sermayenin bileşenlerini tahlil ediyor. Ama nerede Soner ve Yalçın gibilerde öyle cesaret… Tamamen ırksal analiz, soy sop takıntısı, bir de Yahudilik hafiyeliği…
Türkiye’de emperyalizmin egemenliği ve gerçek işbirlikçileri böylelikle el çabukluğuyla ortadan kaldırılıyor. Yerine 17. yy.da ortaya çıkmış efsanevi bir grubun egemenliğine dayalı bir tarih tezi konuyor.
Ne yani Sabetayistler olmasa Türkiye’ye emperyalizm gelmeyecek miydi? Örneğin Vahdettin, Damat Ferit Sabetayist mi? Özal, Demirel veya Recep Tayyip?
Komplocu kafa bu yanıtı kolay verir. Onlara göre Türkiye’yi yöneten ya çok ama çok gizli Yahudidir ya da zaten etrafı Yahudilerle ve Sabetayistlerle çevrili bir kukladır. Zaten komplo teorisini çürütemezsiniz. Çünkü kapalı devre bir gerçekçilik içinde kendi sağlamasını her zaman yapar.
Hitler Almanya’nın başındaki tüm belaların sorumlusu olarak Yahudileri görürdü. Almanya’yı Yahudi komplosundan kurtarmaya yemin etmişti. Türkiye’de ırkçılık hiçbir zaman etkili olmamış bir akımdır. Ancak bir ara bu tür bir çılgınlığı Nihal Atsız’lar yapmış.
O zamanlar herkesin soyunu sopunu araştırıp bir yerden Yahudi bulma saplantısı moda olmuş. Reha Oğuz, Nihal Atsız’ın kafasını bir gün karpuz seçer gibi yoklamış. Bir bakmış Türk kemiği yok. Bunun üzerine Nihal Atsız çok sinirlenmiş ve Reha Oğuz’un bütün sülalesini dökmüş ve Türk hariç her şey olduğunu ilan etmiş. Eski ırkçıların ilginç bir özelliği de bu tür bir Türk olmamak kompleksine sahip olmalarıdır.
Şimdi Soner ve Yalçın, Atsız’lardan tam yarım asır sonra yine bu sapık tarih ve ırk anlayışını dirilttiler. Artık herkes kim Selanikli kim değil bununla uğraşıyor. Soner ve Yalçın isim bilim diye bir şey uydurmuşlar. Herkes harfleri toplayıp çıkartıyor. Bundan âlâ ırkçılık mı olur? İnsanların ismini sorun yapanlar Hitler veya Jivkov özentisi değildir de nedir?


Yahudi düşmanlığında maksat ne?


Ve tıpkı 1940’ların ırkçıları gibi bu yeni ırkçılar da aslında Türklükle sorunlu bir ilişkiye sahipler.
Soner ve Yalçın’ın ortak noktası Yahudi kompleksi ama aynı zamanda Kürt hayranlığı. Evet, bu isimler Yahudi ırkçılığını körüklüyorlar ama Türkçü de değiller. Hatta ilginç bir şekilde Soner Yalçın aynı zamanda bir İsrail hayranıdır.
Çalıştığı gazete Türkiye’de Amerikancılığın ve siyonizmin bir numaralı sözcüsüdür. Bunun yanı sıra İsrail’e karşı güncel siyasi bir tavır aldığı da görülmemiştir. Soner Yalçın’ın “Bay Pipo” isimli kitabı ise baştan aşağı MOSSAD hayranlığı ve Hiram Abas’ın efsaneleştirilmesinden ibarettir. O Hiram Abas ki, ismi bile Yahudi menşeli, tüm hayatı MİT-MOSSAD-CIA üçgeninde geçmiş, Mahirlerin katili olarak sivrilmiş bir ajandır.
Yani aslında Soner Yalçın anti-siyonist de değildir. Zaten kimse Soner Yalçın’ın böyle bir kaygısı olduğu için Sabetayizm meselesini ele aldığını zannetmesin. Daha önce dediğimiz gibi Soner gibiler “masa”lara bağlı çalışırlar. Bir yönelimin işaretini alırlar. Sonra önlerine dosyalar gelir. Sonra kamuoyu oluşturmak için kitaplar yazılır. Yani olay Nihal Atsız’ınkinden bile vahimdir. O belki kendi davasına gerçekten inanıyordu.
Oysa Soner hem Yahudi hayranıdır hem de Yahudi düşmanlığının körüklenmesi gibi bir operasyonun baş aktörüdür. Çünkü böylelerinin her kitabı “masa”da yazılır ve aslında birer operasyondur.
Soner Yalçın ve Yalçın Küçük birden bire, aynı anda neden Yahudi düşmanlığına gaz verdiler?
Düşünün bir kere Türkiye’de Yahudi bile kalmamış. Çoğu İsrail’e gitmiş. Öyle ki, neo-ırkçılarımızın mecburen mezar taşlarında Yahudi arıyorlar.


Maksat Kürt istilasını gizlemek


Peki, soruları biraz çoğaltalım. Acaba Yahudiler Türkiye’yi ele mi geçirmek istiyor? Mesela bilinçli bir politikayla sürekli üreyen ve çok planlı bir göç politikasıyla şehirleri ele geçiren bir Yahudi topluluğu mu var Türkiye’de? Bizim bildiğimiz dünyadaki tüm Yahudileri toplasan böyle bir tehlike oluşturamaz. Zaten adamlar Filistin’i bile ele geçiremiyor.
Devam edelim. Türkiye’de acaba tüm inşaat sektörünü, turizmi, ticareti, eğlence sektörünü ve yeraltı ekonomisini ele geçiren bir Yahudi sermayesi mi var?
Kıyı şeritlerini ele geçirip, büyük kentlerde kurtarılmış bölgeler ilan eden bir Yahudi komplosundan bahsedebilir miyiz örneğin?
Veya bir Yahudi mafyası var mı?
Türkiye’de her siyasi partide kendi dayanışma ağını kuran, tarikat-aşiret yapılanmasıyla Türkiye’nin doğusunda da batısında da hem milletvekillerini hem de belediye başkanlıklarını tekeline alan bir gizli Yahudi örgütlenmesinden bahsedebilir miyiz acaba?
Tabii en can alıcı soruya gelelim. Türkiye’yi emperyalist devletlerin desteğiyle parçalamak ve kendi kukla devletini kurmak için yıllardır bu ülke halkına kan kusturan bir Yahudi teröründen bahsedebilir miyiz?
Bu sorulara yanıt bile vermek gerekmez. Nereden çıktı bu Yahudi düşmanlığı? Yanıt çok açık... Soner Yalçın ve Yalçın Küçük gibilerinin Sabetayist tezlerini ortaya atmaları tamı tamına TÜRKSOLU’nun Kürt istilası tezini ortaya atmasıyla eş zamanlıdır. Ve not edelim bu iki isim de PKK’yla bağlantılı ve Kürt hayranı kişilerdir.
Türk milleti gerçekten de kendini büyük bir tehdit altında hissediyor. Ama ne Yahudilerden ne de Sabetayistlerden değil. Doğrudan doğruya Kürt istilasını yaşıyoruz. Memleketimizin dağlarında Mehmetçik kurşunlanıyor. Şehirlerimizin sokaklarında bayraklarımız yakılıyor, insanlarımız haraca bağlanıyor, sokağından köyünden kovuluyor. Meclis işgal altında… Sermaye Kürt baronların elinde birikiyor. Ekonomide manzara aynen Osmanlı’nın son dönemlerindeki gibi... Türkler parasız, sermayesiz, kendi ülkelerinde Kürtlerin marabası olmaya zorlanıyor.
TÜRKSOLU “ırkçıymış”! Kürt istilasını biz mi başlattık?
Kimse kimseyi kandırmasın. Türk milleti içinde büyük bir milliyetçi uyanış ve Batı destekli bu istilaya karşı tepki var. İşte maksat bu uyanışın önüne geçmek…
Yahudi komplosu tezleri tam da bu yüzden ortaya atıldı.
Komploya ne gerek var beyler? ABD ve Kürt işbirlikçileri gösteregöstere vatanımızı elimizden alıyor.
Ancak bu gerçeğin gizlenmesi lâzım; çünkü aksi takdirde ABD düşmanı milliyetçi bir hareket gelişebilir. Bu yüzden Yahudi komplosu ortaya sürüldü. Hem de en büyük Yahudi dostu Aydın Doğan’ın yayınevi aracılığıyla. Ama küçük bir sorun vardı. Türkiye’de Yahudi yok. Ne yapacağız? O zaman Sabetayist avına çıkalım.


Atatürk’e bile Yahudi dediler


Türkiye’de birkaç bin Yahudi kalmış. Düşünün bir kere eğer İsrail ve ABD Türkiye’yi bölmek istese bu birkaç bin Yahudi ne işe yarar? Orada tonla Kürt aşireti duruyorken İsrail niye böyle bir aptallık yapsın?
Ama Soner Yalçın ve Yalçın Küçük’e göre durum böyle değil. Türkiye’de aslında sayıları yüz binleri bulan gizli Yahudiler varmış. Bunlar Türk isimleri taşıyor ve hatta camiye gidiyorlarmış. Ama aslında fanatik Yahudilermiş. Tüm sektörleri ele geçirmişler. Hatta öyle ki, Cumhuriyet tarihinde olumlu ne kadar iş varsa bunların eseri, ne kadar aydın, sanatçı varsa yine bunlardan. Klasik dinci tez: “Cumhuriyeti aslında Yahudiler kurdu.”
Yahudilerin bir kısmı Türkleştiyse bundan niye gocunursunuz? Ancak içten içe çok büyük bir Türk düşmanlığı var Soner Yalçın ve Yalçın Küçük’te. Onlara göre Osmanlı tarihinde de Cumhuriyet tarihinde de Türklerin hiçbir etkisi yok. Tüm yakın tarihimiz Sabetayist-Çerkes ve Kürt partilerinin çatışmasından ibaret. İnsanın sorası geliyor. Türkiye’de Türk yok mu? Yokmuş. Kurtuluş Savaşı’nı bile Çerkesler ve Sabeyatistler vermiş.
Ve en büyük psikolojik savaş: Soner’e ve Yalçın’a göre aslında Atatürk de Türk değilmiş. Türkiye’de Türk bırakmayan “araştırmacılarımız” Türklerin Ata’sı Atatürk’e de dil uzatıyorlar. Oysa Atatürk hem anne hem de baba tarafından öz ve öz Türk’tür. Kendisi “doğuştan gelen tek övünç kaynağım Türk olarak dünyaya gelmemdir” diyecek kadar milliyetçidir.
Neymiş büyük bilimsel tez? Osmanlı’da ve Cumhuriyet döneminde adında “Efendi” geçen herkes aslında Sabetayistmiş. Selanik de Sabetayistlerin başkenti. Atatürk’ün gittiği ilkokul ne? Selanik’teki Şemsi Efendi İlkokulu… Peki, bu okul ne okulu olabilir? İsminde “Efendi” geçtiği için olsa olsa Sabetayist okuludur. Peki, acaba Atatürk niye bu okula gitti?
Komplocularımız burada duruyor ve şöyle diyorlar. Burasını yanıtlamayacağız. İlgilenen araştırsın. Nasıl büyük bir alçaklık değil mi? Bari lafı sonuna kadar götürseler.
Tabii bu deli saçması tez tam ırkçılığın düşünsel düzeyini yansıtıyor. Hep düz mantık, hep iftira, hep komplo… Adında “efendi” olan Sabetayistmiş… O zaman Türkiye’deki tüm kapıcılar aslında Yahudi, bizim haberimiz yok.
Bir de gizemli bir havayla ekliyorlar: “Mustafa Kemal hep korunan bir isimdi…” Yani Yahudilerin veya gizli Yahudilerin Atatürk’ü kolladığını ve yükselttiğini iddia ediyorlar.
Tüm hayatı boyunca iktidarla çatışmış, hem Abdülhamit, hem İttihatçılar hem de Vahdettin döneminde defalarca ölümün eşiğinden dönmüş, hapse girmiş, sürgünler yemiş, geldiği her mevkiyi söke söke kazanmış büyük bir devrimciye “korunuyordu” ithamı büyük bir hakarettir.
“Korunan”, her dönemin adamı olan, sizin gibi “masa” mensuplarıdır. Haddinizi bilin.


Bilim ile ırkçılığın savaşı


Soner Yalçın’a göre yaptıkları ırkçılık değil. Onlar “isim bilim” ve “mezar taşı bilimi” diye daha önce kimsenin duymadığı ama Batıda çok yaygın olan “ihtisas konularını” hocası Yalçın Küçük ile birlikte Türkiye’ye getiriyorlarmış. Niyetleri yanlış anlaşılmamalıymış.

Bir kere bilim her şeyden önce ırk diye bir kategori kabul etmez. Tarih ise ulusların ve medeniyetlerin mücadelesidir, ırkların değil.

TÜRKSOLU’nun Kürt istilası tezi tamamen sosyolojik ve demografik analizlere dayanan bilimsel bir tezdir. Irk kategorisine dayanmaz. Çünkü zaten bize göre Kürt diye bir ırk yoktur. Kürtler, Farsçanın çeşitli lehçelerini konuşan Araplığını, Türklüğünü ve Farslığını yitirmiş karma bir aşiret federasyonudur. Kendi ortak dilleri bile yoktur. TÜRKSOLU bırakın Kürt ırkını Kürt diye bir ulusun bile varlığını kabul etmiyor.

Soner ve hocası Yalçın’ın tersine bizim kimsenin soyuyla, sopuyla, ismiyle, mezar taşıyla işimiz yok. Kim Türk’üm derse bizim için Türk’tür. Zaten Atatürk milliyetçiliği de budur. Ama biz olaylara Türk ulusunun penceresinden bakıyoruz. Ve asla inkâr edilemeyecek bir gerçeği saptıyoruz. Türkiye Türksüzleştiriliyor. Bu gerçek MGK raporlarına kadar girmiş sosyolojik ve demografik bir olgudur. Bu ülkenin antiemperyalist devrimcileri olarak Türk milletini uyarmak da bizim görevimiz.
Ama ne hikmetse bir grup eski Aydınlıkçı ve her daim Apo hayranı sözde yazarlar topluluğu hem Kürt hayranlığında ve ırkçılığında sınır tanımıyor hem de Türk toplumuna ısrarla Yahudi düşmanlığını aşılamaya çalışıyor. İşte buna istihbarat operasyonu ve psikolojik savaş denir.


Doğu-Yalçın-Soner


Burada aynı “masa”nın ortaklarından biraz bahsedelim. Doğu Perinçek, Yalçın Küçük, Soner Yalçın…
Bunların hepsi 1990’da en hızlı Kürtçülerdir. Hepsinin hayatı şaibelidir. Doğu’yu anlatmaya gerek yok. Soner’den de çok bahsettik. Yalçın Küçük ise kendi iddiasına göre hem 27 Mayıs’taki öğrenci hareketlerini başlatmış, hem Türkiye’ye sosyalizmi getirmiş, hem bu arada Kıbrıs’a gidip istihbarat subaylığı yapıvermiş sonra Türkiye üzerine binlerce sayfalık tezler yumurtlamış, kendi heykellerini yaptırıp, kitap kapağına koydurtmuş bir “dehadır.”
Hepsinin ortak özelliği 1989-1994 arasında çok hızlı Apoculuk yapmalarıdır. Yalçın Küçük, Apo’ya “sayın başkanım” derken, yazdığı deli saçması kitaplarında Türkiye’nin aslında emperyalist bir ülke olduğunu, sözde “Kürdistan”ı sömürdüğünü, Kurtuluş Savaşı diye bir savaş yaşanmadığını, hatta kimsenin bu savaşta ölmediğini, Atatürk’ün İngiliz ajanı olduğunu söyleyebilecek kadar çılgın bir Türk ve Atatürk düşmanıdır. Şu anda o da Soner’in Masa tv’sinde yazar.
Doğu’yu zaten tanıyoruz. Apo’yla çiçek bahçelerinde, el ele göz göze… 2000’e Doğru dönemlerinde Türk düşmanlığını, Kürt ırkçılığını o derece abartmıştı ki; Anadolu’da aslında Türk kalmadığını, yaşayan herkesin eski kavimlerden olduğunu iddia ediyordu. Kendi yakın çevresinde Ermeni kökenleriyle övünüyordu.
2000’e Doğru’da Hülya Avşar ile bile röportaj yapıp ona Kürt olduğunu söyletiyorlardı. Türklerin ağız yapısının şarkı söylemeye müsait olmadığını, iyi şarkıcılarının hepsinin aslında Kürt veya Ermeni olduğunu öne sürüyorlardı. Doğu Masa tv’de yazmıyor ama bütün döküntü elemanlarını oraya göndermiş, orada çalıştırtıyor.
Soner’in bir dönem PKK yayın organı gibi çalışan 2000’e Doğru ve Aydınlık macerasını ve Ahmet Cem Ersever operasyonundaki rolünü biliyoruz.
Bu isimlerin hepsi ama istisnasız hepsi 1995 yılında aniden “Atatürkçü” ve “ulusalcı” oldu. Tam 28 Şubat öncesi bu dönüşüm ansızın gerçekleşti. Doğu’yu biraz arkadan takip eden Yalçın Küçük bizzat şöyle diyordu: “ Doğu Perinçek, Kürt hareketiyle subaylar arasında köprü olabilir.”
İstisnasız hepsi bir şekilde hâlâ Abdullah Öcalan’ı savunuyor. Güya Apo Türkiyeciymiş. Hatta Soner’e göre Barzani Yahudi olduğu için Apo daha da acar ve Türkiyeci…
İyi de Türkiye’de binlerce insanın kanına Barzani girmedi ki! O oranın ABD köpeği… Bir insan neden Barzani’ye bu kadar düşman olup Apo’yu bu kadar çok sever? Bu ancak Kürtler arası bir hizip ve fraksiyon çatışmasının işareti olabilir. Ya da çok daha kestirme bir yanıt verelim. Apo dâhil hepsi aynı “masa”dan…
Şimdi bu “masa” Türklere diyor ki: “Kürtlerle kardeş olun, Yahudilere düşman…”
Bizim tek sözümüz var. Türkler milliyetçi olun.
Ve vatanınıza göz diken herkese düşman olun.



(Sayı 244, 13/07/2009)



..








SAHTE ULUSALCILARI & SİYASETÇİLERİ TANIYALIM 6




SAHTE ULUSALCILARI & SİYASETÇİLERİ TANIYALIM 6




Soner Yalçın'ın Arkasında Olmayan Var mı



Ali Özsoy

Güldürmeyin bizi

2000’e Doğru

























2000’e Doğru





























Soner’deki bu Apo sevgisi çok eskilere gidiyor. 
Bu konuda da hocası Perinçek. 
2000’e Doğru dergisi ve Aydınlık gazetesi 80’lerin sonu 1990’ların başında kelimenin tam anlamıyla PKK yayın organı gibi çalışmaktadır. 

“ Gerilla ordu kurdu ”, “ Kürdün ateşle imtihanı ” gibi manşetler… 

Bu sırada Soner Yalçın bu çevrenin en aktif muhabiri ve en “ Belgeli ” istihbarat kaynağıdır. 
2000’e Doğru’nun Ankara Bürosunun şefi Soner’dir. 
O zamanlar yine bol bol imzasız yazılar yazmış Soner. 
1996-2001 yılları arasında Soner’in boşalttığı koltukta Tuncay Güney oturuyordu. İşleri aynı. 
Biri sonra haham oldu, diğeri araştırmacı gazeteci.


Soner Yalçın’ın Masa (Oda) tv’si gecikmeli olarak TÜRKSOLU’yla ilgili bir yazı yayınladı. Yazının girişi çok ilginç... Hikâye yazmışlar. Masa tv’nin kapısına TÜRKSOLU militanları gelmiş ve gazete satmış. Onlar da güya ilk kez TÜRKSOLU’na rastlamışlar. Bu ne biçim bir gazete diye merak etmişler. A, meğersem neymiş? TÜRKSOLU “ırkçıymış”, “karanlıkmış”, “bölücüymüş” bu yüzden “TÜRKSOLU’nun arkasında kim var” diye bir yazı yazmışlar.
Yazı imzasız. Masa tv’de imzasız olan yazılar genellikle polemik yazıları, Ertuğrul Özkök, Aydın Doğan, Perinçek veya Apo övgüleri…
Ancak polemik yazılarına imza bekleriz açıkçası. Çünkü bilindiği gibi eğer imza varsa kaçak dövüşmek zorlaşır. Ama Soner Yalçın gazetecilik mi yapıyor yoksa istihbaratçılık mı belli değil. Bundan olacak Masa tv’deki yazıların yarısı imzasız. İnsanın tabii sorası geliyor. Acaba TÜRKSOLU’yla ilgili bu şablon yazı kapılarına kadar gazetemiz geldiği için mi çıktı? Yoksa Soner Yalçın ile ilgili bir yazımız çıktığı için mi? Çünkü“TÜRKSOLU’nu hiç tanımıyorduk, gördük bir yazalım dedik” iddiası çok komik kaçıyor. Nedeni bizzat Masa tv’nin TÜRKSOLU’nun karalamak için daha önce yayınlar yapmış olması. Bunun yanı sıra İstanbul’da TÜRKSOLU’nun kapısını çalmadığı ev yoktur. Açıkçası Masa tv’nin adresini bilmiyorduk. Öğrenmiş olduk. Yarın öbür gün evine de gelebiliriz. Sakın yanlış bir anlam yükleme. Bölge bölge dolaşıyoruz. Örgütlenme tarzımız bu. Masada komploculuk yapmak sizin işiniz, sokakta devrimcilik bizim. Çaldığımız on binlerce kapının arasında elbette işbirlikçiler de çıkıyor. Ama ne yapalım? O kadar “rahatsızlık” vereceğiz.

Soner arkana bak

TÜRKSOLU’na yönelik yazı zayıf bir yazı olmuş. Polemik gücü düşük. Hatta her şeyden önce polemikten yan çiziyor.
Örneğin Soner kendisine sorduğumuz soruların hiçbirine yanıt vermemiş. Oysa Soner’e, Aydın Doğan’a ve Aydınlıkçılara çok ciddi ithamlarda bulunmuştuk. Soner, bu işler öyle imzasız kaçak yazılarla olmaz. Ringe gel.
İmzasız Soner, konuyu kendinden uzaklara kaçırmış. Kürt meselesine falan getirmiş. Bugüne kadar TÜRKSOLU’na Zaman, Aksiyon, Vakit, Taraf, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde saldıran yazıların bir kopyası daha ortaya çıkmış. Biliyoruz işte o yazıyı. Polis şablonu. Bir aralar o kadar abartmışlardı ki, bırakın ortak kelimeleri Radikal gazetesindeki imla hatalarıyla Zaman gazetesindekiler bile birebir aynı çıkıyordu. Polisten aldığınız bültene tashih yapacak kadar bile irade yoktur sizde. Bu son yazı da aynı metin… TÜRKSOLU “Ordu Göreve” demiş, “Kürtten alışveriş yapmayın” demiş, üniversitede Kürtleri dövmüş vesaire…
“Kürtten Alışveriş Yapmayın” lafını ilk uyduran da zaten bu Masa tv’ciler. Bildiğiniz gibi kampanyamızın adı tamı tamına “Alışverişimi Türk’ten Yapıyorum, Param PKK’ya gitmiyor” idi. Ne bir eksik ne bir fazla. Kendini Türk görmeyen rahatsız olabilir. Ama Türk’üm diyeni kökeni ne olursa olsun niye boykot edelim ki? Türkiye’de de Türk yaşar. Yanlış bilmiyorsak. Daha kampanyanın başladığı ilk gün Masa tv’ciler ne hikmetse kampanyanın rozetlerini ve malzemelerini ele geçirmişlerdi. “Kürtten alışveriş yapmayın diyorlar” diye ortalığı ayağa kaldırdılar. Tabii Masa tv’yi kimse takip etmez. Ancak Doğan Medya hemen “masa”sından gelen bu haberin üstüne atladı. “Büyük provokasyon” diye duyurdu. Fakat Milliyet’in internet gazetesindeki habere giden yüzlerce mesajın yüzde doksanı kampanyayı canı gönülden destekliyordu. Bunun üzerine alelacele haberi kaldırdılar. TÜRKSOLU’na karşı bu provokasyon toplam birkaç saat sürdü. Ertesi gün günlük gazetede bile yazmadılar. Herhalde kampanyanın tutacağından korktular. Masa tv’de TÜRKSOLU’na karşı yazılan yazı ise pek okunmamış anlaşılan. Bir haftadır yazıyı bir başa koyuyorlar, bir ortaya, bir yana… Ama toplam altı mesaj gelmiş. Bunlardan üçü de TÜRKSOLU’nu destekliyor. Masa tv’nin tirajı düşük. Dedik ya orası gazete falan değil, Aydın Doğan’ın ulusalcılık masası…
Bir de utanmadan “TÜRKSOLU’nun arkasında kim var” diye soruyor. Türkiye’nin bir numaralı MİT’çisi bunu soran… Aydın Doğan’ın kadrolu, maaşlı elemanı. İnsaf derler adama önce kendi arkana bak. Devrimcilerin arkasında halk vardır merak etme!

MİT’in “ Efsanesini ” Yazan adam

Soner Yalçın’dan mı solculuk, devrimcilik öğreneceğiz. Sen değil misin MOSSAD ile birlikte Mahir’lerin kanını döken MİT’çi Hiram Abas’tan bir “efsane” yaratan. Ona “Bay Pipo” diyen, “karizmatik istihbaratçıyı” yerlere göklere koyamayan.
Sen ne zamandan beri solcu, devrimci oldun. Sen “MİT’in gayriresmi tarihini” yaz. Sabetayistlerden bahset. Devrimciliği kirletmeye kalkma.
Bir de utanmadan TÜRKSOLU için “sözde Kemalist” demiş. Sen Yüce Önder Atatürk için Sabetayist-Yahudi yakıştırmasını yapan birisin. Biraz köşeye sıkışınca da ben öyle demedim ama isteyen araştırsın diye kıvırırsın. Sen Kemalist misin ki, bizi beğenmiyorsun?
Senin yazdığın her kitap bir operasyon… Yalçın Küçük ve senin sayende kelli felli adamlar Atatürkçülüğü, devrimciliği ve antiemperyalizmi bıraktı, isimlerdeki harfleri toplayıp çıkarmaya, mezar hırsızı gibi mezarlık dolaşmaya, en ilkelinden bir Yahudi karşıtlığına başladı.
Ne güzel iş değil mi? Millet beş on bin Sabetayist ile uğraşırken, ABD ve İsrail bu ülkede her istediğini yapsın. Bu ülkenin ilericileri de isimlerin içindeki harflerle, mezar taşlarıyla uğraşsın. Bu işi kışkırtan adam da Türkiye’de siyonizmin ve Amerikancılığın en sağlam kalesi Hürriyet gazetesinde çalışsın.
Soner Bey sen hâlâ “TÜRKSOLU’nun arkasında kim var” diye sor. Bizim Soner’in arkasında kim var diye sormamıza pek gerek yok. Kitapların MİT’ten, maaşın ve sigorta primlerin Aydın Doğan’dan… Soner, TÜRKSOLU’nu İkinci Cumhuriyetçilerle ortak olmakla suçlamış. İyi de Masa tv’yi sen ilk kurduğunda ortağın zaten İkinci Cumhuriyetçi Cüneyt Özdemir’di. Sonra Ergenekon rüzgârı Aydın Doğan’ın etrafında esmeye başlayınca, eski yeni ne kadar döküntü Aydınlıkçı varsa hepsini Masa’ya topladın. Şimdi ise daha bir yıl önce sana MİT ajanı dediği için kanlı bıçaklı olduğun Perinçek’e methiyeler düzüyorsun. E, tabii masa faaliyeti bunu gerektiriyor değil mi?

Aydın Doğan’dan maaş alanlar

Perinçek kısa süre önce “Soner’i aramıza MİT soktu” diyordu. Soner de ona dava açıyordu. Ancak şimdi kurulan ortaklıktan memnun görünüyorlar. Buna siyasette döneklik denir. Ama fırıldaklıkta rekor ve ekol sahibi bu Aydınlıkçılara biz dönek demiyoruz. Çünkü bahsettiğimiz ilişkiler ağı siyasi değil istihbarat temelli. İstihbarat dünyasında da taraf değiştirmek, ikili oynamak ve yeni patron bulmak son derece doğaldır.
Aydın Doğan ile Perinçek arasında çok ilginç bir ilişki var. Türkiye’nin en Amerikancı patronu ne hikmetse “Solcu” Perinçek ne açıklama yaparsa hemen gazetelerinde yayınlıyor. Perinçek’in Kaynak Yayınları diye bir yayınevi var. Ama oğlu ve veliahdı Mehmet PERİNÇEK  Rusya’dan aşırdığı Ermeni belgelerini Doğan Yayıncılık’tan basıyor.

Niye?

Herhalde sosyalist (!) tavır bunu gerektiriyor. Tabii merak ediyoruz Aydın Doğan, Mehmet’e ince kitabı için ne kadar telif ödedi.

Ayrıca daha geçtiğimiz yıllarda Aydınlık ve Ulusal Kanal’da çalışan bir sürü tip Soner’in Masa tv’sine doluşmuş durumda. Bunların maaşları ve sigorta primlerini de Aydın Doğan mı ödüyor? Soner’in az okunan Masa tv’sinin reklam geliri yok.
Onca Aydınlıkçı’yı nasıl besliyor? Bir şekilde Aydın Doğan Aydınlıkçılara para mı aktarıyor?

Apocu ama bölücü değilmiş

Bizi en çok güldüren şey ise TÜRKSOLU’na yönelik “bölücü” suçlaması oldu. Hatta TÜRKSOLU’nun Kürt konusundaki teşhisleri ile Mehmet Altan ve Murat Belge’ninkiler örtüşüyormuş.
Çok ilginç. Klasik bir PKK söylemi… Perinçek de bu söylemi hep sahiplenir. Türk milliyetçilerine bölücü derler. Hatta Türkiye’deki tek bölücü güç Atatürkçü ve milliyetçi çevrelerdir. Çünkü esas bölücülüğü Kürtleri üzerek güya biz yapmaktaymışız.
Örneğin Atatürk “Türkiye Türklerindir” veya “Ne Mutlu Türküm Diyene” dediğinde Apo’ya göre bölücülük yapmış, sözde 1921’de verdiği sözleri unutmuş oluyor.
Soner’in bu klasik PKK söylemini savunmasını yadırgamıyoruz. Çünkü hemen hemen her hafta Apo ile ilgili övgü dolu bir haber çıkıyor Masa tv’de. Adam bizi Kürt konusunda İkinci Cumhuriyetçilerle ortak fikirlere sahip olmakla suçluyor. Buna herkes vücudunun her yeriyle güler.
Türk-Kürt kardeşliğini, hatta Apo’nun konfederalizm çözümünü siz savunmuyor musunuz? 

Apo’yla masaya oturalım diyen siz değil misiniz? 

Çok eleştirdiğiniz Taraf gazetesinden, Murat Belge, Mehmet ve Ahmet Altan’dan en küçük bir farkınız var mı?
Bir insan hem Apocu olup hem de utanmadan nasıl bizi bölücülükle suçlayabilir? Bunun için “Aydınlık okulunun” yüzsüzlük müfredatından geçmek gerek herhalde.
Nitekim bu söylem Perinçek’te de asla değişmez. Apo’nun ulusalcı hatta Kuvayı Milliyeci olduğunu, devletin asla onu idam etmemesi gerektiğini, Apo’nun “Türkiyeci” bir çözüm istediğini sürekli vurgular. Koşullar ne olursa olsun Apo’yu savunmaktan vazgeçemiyor Aydınlıkçılar. Yoksa Apo’nun Perinçek’in ilk gazetelerinden Şafak gazetesine militanlık yaptığı günlere mi dayanıyor bu muhabbet. Belli ki yine bir “masa” ortaklığı var.
Soner Yalçın sürekli Apo’yu göklere çıkarıyor. Bakın Ertuğrul Özkök’e yağcılık olsun diye çıkan en az 20 yazısından birinde ne diyor Soner? Bu iki idolünü, Ertuğrul ve Apo’yu nasıl yüceltiyor:
“Ertuğrul Özkök’ün 17 Mart tarihli Hürriyet’teki makalesi Kürt sorununun çözümü konusunda bugüne kadar yazılmış en cesur yazılardan biridir. Bir dönemeçtir bu yazı. Özkök, Kürt sorunu çözümü konusunda PKK’sız bir çözümü dayatanların bugüne kadar başarısız olduğunu ve artık bu tavrın bırakılmasını yazdı. Çoğu kişi bu yazıya genellikle askerlerin karşı çıkacağını düşünebilir. Biz sanmıyoruz…
İkinci soru önemlidir; çünkü Barzanici Kürtler, “Öcalan askerlerle anlaştı, Kemalist oldu” propagandası yapmaktadır. Onlara göre, Öcalan Türkiye’nin üniter yapısının bozulmaması konusunda askerlerle anlaştı. Yani Öcalan, Türkiyeli bir çözümden yana...
Dönelim ABD’li diplomatların Türkiye’ye gelip Kürt sorununu çözümü konusunda kimlerle görüştüklerine: Şerafettin Elçi, Esat Canan ve Orhan Miroğlu. Bunun saklısı gizlisi yok; bu üç isim KDP’lidir, Barzanicidir. Bunlar Taraf Gazetesi yazarıdır. Erbil toplantısına methiyeler düzmektedirler. Bunların PKK ile hiçbir ilişkisi yoktur. O halde... Kürt sorunun çözümü konusunda Türkiye’de iki önemli siyasal gelişme yaşanmaktadır. Birincisi Barzani-Cemaat-ABD-İsrail ittifakıdır. İkincisi Ertuğrul Özkök’ün PKK’yı dışlamayan Türkiyeli bir çözüm arayışıdır. Umarız DTP bunun farkındadır...”

Soner’deki Apo sevgisi

Nasıl? Bizi bölücülük ile suçlayan adam Apo’yla asker masaya otursun diyor. Neden? Çünkü Apo “Türkiyeli”ymiş. Türkiye’nin birliğini düşünüyormuş. Hatta ABD’ye karşıymış.
İnsaf derler adama. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük ihanetinin ve en kanlı Kürt terörünün sorumlusu Apo, Türkiyeli… Tarihimizin gördüğü en işbirlikçi, bölücü hareketin lideri aslında ABD’ye karşıymış. Bitti mi? Hayır. Bir de Soner’den Apo’nun aslında Atatürkçü olduğunu öğreniyoruz:
“Abdullah Öcalan son olarak duyanları şaşırtacak bir açıklamada da bulundu. Mustafa Kemal’i sahiplendiklerini ve Cumhuriyet’in kuruluş ilkelerine karşı olmadıklarını söyledi. Öcalan şunları ifade etti: ‘Ben burada Sayın Erdoğan ve Sayın Baykal’a açık çağrımı yapıyorum. Biz Cumhuriyetin başlangıç ilkelerine karşı değiliz. Mustafa Kemal’e de karşı değiliz. Mustafa Kemal bu Cumhuriyetin kurucusudur. Mustafa Kemal, Kürtlere kendi vilayetlerinde seçime dayalı geniş bir muhtariyet istiyordu. 1921 Anayasası bunu ele alıyor. Bunu isteyen Mustafa Kemal’dir. Biz onun için Cumhuriyetin başlangıç ilkelerini önemsiyoruz.’ Herkesin Kürt sorununu konuştuğu bir dönemde Öcalan’ın açıklamaları oldukça tartışılacak gibi görünüyor.”
Soner Bey buyurmuş: “TÜRKSOLU Kemalist değil…” Evet, gerçekten de eğer Apo ve Soner Yalçın Kemalist ise TÜRKSOLU Kemalist değil.
Ve çok ilginç bir detay. Adeta İmralı bülteni gibi çalışan Masa tv’de bir kere evet bir kere bile Apo için “terörist” denmiyor. Masa tv’ye göre Apo muhatap alınması gereken saygın bir siyasi lider. Hatta Apo konfederalizm ile “büyük Türkiye tezlerini anımsatan birlik önerisinde” bulunuyor ve Musul ile Kerkük’ü bile Türkiye’ye kazandırmak istiyormuş.
Bakın bu Apocu ve doğrudan PKK yanlısı tezler Masa tv’de nasıl aklanıyor? Güya Fethullahçılar, liberaller ve Barzaniciler Apo’ya düşmanmış. Çünkü onlar Apo’yu Kemalist görüyorlarmış. Bu yüzden asker Apo’yu muhatap almalıymış. İyi de bahsettiği Fethullahçılar ve liberaller de aynısını savunuyor. Asker PKK’yla masaya otursun diyorlar. Apoculukta yarış mı başlattınız?
Soner’deki bu Apo sevgisi çok eskilere gidiyor. Bu konuda da hocası Perinçek. 2000’e Doğru dergisi ve Aydınlık gazetesi 80’lerin sonu 1990’ların başında kelimenin tam anlamıyla PKK yayın organı gibi çalışmaktadır. “Gerilla ordu kurdu”, “Kürdün ateşle imtihanı” gibi manşetler… Bu sırada Soner Yalçın bu çevrenin en aktif muhabiri ve en “belgeli” istihbarat kaynağıdır. 2000’e Doğru her hafta başka bir PKK kampını tanıtırken, derginin Ankara Bürosunun şefi Soner’dir. O zamanlar yine bol bol imzasız yazılar yazmış Soner. Genellikle Hiram Abas, MİT, Mehmet Eymür üzerine. Ancak sıradan bir muhabirin asla bilemeyeceği detaylar, hatta devlet sırları. Hiram Abas ve MİT hayranlığı o günlerde başlamış. Anlayacağınız bir nevi Tuncay Güney’dir kendisi. 1996-2001 yılları arasında Soner’in boşalttığı koltukta Tuncay oturuyordu. İşleri aynı. Biri sonra haham oldu, diğeri araştırmacı gazeteci.
Elbette ki Türkiye’nin terörle kavrulduğu o günlerde böyle bir yayın çizgisine izin verilmiş olması ilginçtir. Hatta MİT raporları ve Ahmet Cem Ersever gibi JİTEM kurucuları bile Perinçek ve Soner’e ulaştırılmaktadır. Nitekim yıllar sonra Perinçek Bekaa Vadisi’ndeki PKK kamplarına meşhur ziyaretini ve Apo’ya “sevgi gülü” sunmasını “devlet görevi” olarak adlandırmıştır. Belli ki birileri onların böyle bir yayın izlemesine izin vermiş hatta teşvik etmişti. Sonra da ne hikmetse birdenbire Perinçek ve Soner ulusalcı oldu. Perinçek’in meşhur bir lafı vardır. “MİT’in ulusal kanadı…” Ne demekse? Her şeyi, her türlü işbirlikçiliği ve provokasyonu böyle aklar bu adamlar. “MİT’in ulusal kanadı”nın altında tünemiş bu isimlerde Apo sevgisi ne hikmetse hiç bitmiyor. Dediğimiz gibi kesinlikle bir “masa” arkadaşlığı söz konusu. Sakın o “masa” MİT’in değil CIA’nın olmasın…

Artık TÜRKSOLU var

Soner, işler eskiden böyle yürürmüş. İstediğin zaman istediğin kılığa girilebilirmiş. O zamanlar senin gibiler için iyi zamanlarmış. “TÜRKSOLU’nun arkasında kim var” diyen Soner 1990’larda bu cevizleri kırarken, TÜRKSOLU’nu kuran devrimci gençler daha o yıllarda ortaokula gidiyordu. Ama artık senin gibilerin Atatürkçü veya ulusalcı maske takmasına izin vermeyecek TÜRKSOLU var. Eğer TÜRKSOLU hakkında bir yazı yazacaksan da dikkat et. Çünkü çağımız internet çağı. Senin saçmalıklarını okuyan biri her an bir de şu TÜRKSOLU’na bakayım bunlar Soner hakkında ne demiş diye bizim sitemize girebilir. Bu yüzden bizce sus. Zararlı çıkarsın. Zaten sen de bunu düşünmüş olacaksın ki “TÜRKSOLU Soner Yalçın’ı eleştirdi” dememişsin. Bunu söylemeye bile cesaret edememişsin ama “TÜRKSOLU Halil Berktay’ı savundu” diye yazmışsın.
İnternette küçük araştırma yapan, bizim Halil Berktay’ı “yılın faşistleri” arasında saydığımızı bilir. Baskın Oran, gibileri bu kampanyadan dolayı bize dava bile açtılar. O yazıyı nerenle okudun?
Demişsin ki, TÜRKSOLU Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı’ndaki şehit sayılarını nereden bulmuş. İnsanların kafası çalışıyor. Örneğin bu sayıları gerçekten merak eden biri rahatlıkla bizim sitemize girebilir bu rakamların Genelkurmay’ın resmi rakamları olduğunu rahatlıkla görebilir.
Elbette ki Genelkurmay kayıtlarında bile eksik olabilir. Şehit sayısı daha da fazla olabilir. Ama oranlar değişmez. Biraz kafası çalışan herkes de bunu akıl edebilir. Kısacası TÜRKSOLU’yla uğraşma! Ters teper. Geçen sefer sayende alışveriş kampanyamızı destekleyen pek çok Milliyet okurlarıyla tanıştık. Bu sefer de üç beş tane Masa tv okuru varsa, onları TÜRKSOLU okuru yaparsın.
(Sayı 243, 06/07/2009)



http://www.turksolu.com.tr/sehit/secmeulusal6.htm

.